Yurdumun İnsanı Nereye Gidiyor?
Tüm yaşamım boyunca yabancılara hiç özenmedim. Hep yurdumu ve yurdumun insanını sevdim ve güvendim. Her türlü eksikliğini (bana göre) görmezden geldim ya da anlayışla karşılamaya çalıştım. Ancak, son zamanlarda gördüklerim ve yaşadıklarım ümitlerimi kırmaya ve yok etmeye başladı. Neredeyse “ben de genç olsam da başka bir ülkeye gitsem” diyecek hale geldim. Ve yurt dışına gidip de dönmek istemeyen gençlere hak vermeye de başladım.
1979 yılında körpecik bir delikanlıyken sülalemin direklerinden halamın büyük oğlu merhum Muzaffer Ağabey’imin daveti ile ilk kez yurt dışına çıktım ve Almanya’ya gittim. O zamanlar üçüncü sınıf ülkelerin yurttaşlarına uygulanan vize diye bir uygulama yoktu. Ancak, yine de Almanlar Türkiye’den gelen herkesi ülkelerinde kaçak olarak çalışacak işçi gözüyle gördüklerinden adeta vize uygular gibi deveye hendek atlatıyorlardı. Uçaktan indiğinizde önce cebinizdeki paraya bakıyor, ona göre muamele ediyorlardı. Eğer cebinizde paranız çoksa güler yüzle “Wilkommen wilkommen, guten tag” diyerek karşılıyorlar, paranız azsa donunuzun içine kadar bakıyorlardı. Ancak, bir çarpık gerçek de vardı ki, güler misin ağlar mısın? Türk hükümeti ise yanlış hatırlamıyorsam en fazla 500 mark götürmenize müsaade ediyordu. Neyse ki benim öğrenci pasaportum vardı ve iç çamaşırıma 2.000 mark para gizlemiş ve uçağa binince tuvalette çıkartmıştım. Alman görevli hem öğrenci pasaportu hem de cebimde toplam 2.500 mark görünce ağzı yayık ayranı gibi yayıldı ve wilkommen sözleriyle beni ülkelerine aldı.
Bizim gelenek ve göreneklerimize göre çok farklı insanlardı Almanlar. Bizden her yönüyle farklı olan bu insanların en belirgin yönleri de bugün daha çok takdir ettiğim tanımadıkları insanlara dahi bir asansörde veya bir kapıda karşılaştıklarında gülümseyip selam vermeleriydi. Hatta birkaç kez oldukça güzel bazı kadınların bana gülümseyip selam vermeleri aptalca erkeksi gururumu da okşamış ve kendimi Alain Delon (gençler için belirteyim, Fransızların oldukça yakışıklı aktörü) gibi hissetmeye başlamıştım. Fakat ağabeyim bu şapşallığımı fark edip bunun Almanların nezaketi olduğunu söylediğinde uğradığım sükûtu hayali hesap edin.
Bir müddet sonra sıfır Almancam ve iyi sayılabilecek İngilizcemle tek başıma da gezmeye başladım. Herkesin işi gücü vardı ve kimseye ayak bağı olmak istemiyordum. O zamanlar sigara içme alışkanlığım vardı . Bir gün yolda yürürken içtiğim sigaranın bittiğini fark ettim, ama izmariti sokağa atamadım. Çünkü bilinç altıma caddelerin ve sokakların ne kadar temiz olduğu ve yerde bir tek sigara izmaritinin dahi olmadığı o kadar yerleşmiş ki. Utandım ve izmariti uzun bir süre elimde taşıdım ve nihayet ileride bir çöp kutusu görünce oraya attım. O gün bu gün sokağa çöp atmadım ve atanlara da kızarım, dayak yemek pahasına. Bu yüzden arabamın sağ koltuğunun paspası çöp kovası gibidir. Çöpler orada birikir ve en yakın bir çöp kutusu gördüğümde oraya boşaltılır.
Bir de dikkatimi çeken en önemli husus şu oldu. Ana caddede yürürken karşı caddedeki bir mağazaya gitmek için aniden yola atladım ve birbirini takip eden acı fren sesleriyle irkildim. Benim dikkatsizce yaya kaldırımı dahi olmadan yola atlamam üzerine gelen araçlar hemen durmuş ve bana yol vermişlerdi. “Eyvah” diye geçirdim içimden, “şimdi inecek ve beni dövecekler”. Ama tam tersi gülerek karşıya geçmemi sabırla beklediler. Sonradan öğrendim ki bırakın yaya geçidinde olmayı başka bir yerde bile yola atlasanız tüm araçlar durup size yol veriyor.
Bu akşam yoldan gelecek yolcumu almak için Bursa’nın Görükle semtinde randevulaştığımız yerde beklerken karşıdaki marketten bir maden suyu almak için yaya geçidine yürüdüm ve yaya geçidinden geçerken yediğim küfürlerin ve çalınan kornaların haddi hesabı yoktu. Öküz gibi yola çıkılır mıymış, git ileride ışıklarda bekle gibi insanlık onuruna yakışmayan sözlere muhatap oldum. Cevap vermeyi düşünmedim bile. Çünkü “insanlara cevap verilir, bunlar insanımsı yaratıklar” diye geçirdim içimden. Caddeler mi vallahi de billahi de çöplük gibiydi. Utandım yurdumun insanından. Ve merhum ağabeyimin bir sözü geldi aklıma. “Oğlum bu Almanlar bizden 50 sene ileride ama Amerikalılar da bunlardan 100 sene ileride” derdi. Zira dünyanın her ülkesini görme bahtiyarlığına erişmişti.
Bugün globalleşen dünyada diğer ülkelerden herhangi bir eksiğimiz yok ama ne hazindir ki mantalite olarak hala 50 sene geride olduğumuzu düşünüyorum. Zaten o yıllardan beri elin gâvuru gibi saçma sapan bir cümleyi kullanmıyorum. “Eğer onlar gâvursa biz neyiz” demeye korkuyorum. Hele son zamanlarda yaşadıklarımız ve izlediğimiz videoları görünce içim daha da yanıyor. Ki, siyaset yazmama kararımdan dolayı bu konulara girmiyorum.
Ey benim yurdumun güzel insanları gelin birbirimize saygılı olmayı deneyelim, yayalarımıza yol vermeyi sokaklara çöp atmamayı alışkanlık haline getirelim. Sokaklara tükürmeyelim, yüksek sesle konuşmayalım. Türklere özgü saygı ve sevgi çerçevesi içinde yaşamaya başlayalım. Sevelim, sevilelim, birlik olalım, dirlik olalım. Sevgiyle yaşayalım, sevgiyle sarılalım.