Dolar 34,7401
Euro 36,5750
Altın 2.957,37
BİST 9.827,23
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Bursa °C
Bursa
°C
°C
°C
°C
°C

YAS

18 Ağustos 2022 14:01 | Son Güncellenme: 18 Ağustos 2022 14:05
3.621
A+
A-

Namaz kılındı. Tabutu cenaze aracına koydular. Hasret Hanım’ın yüzü ifadesiz. Uzağa, tek bir noktaya bakıyor. Yanına gelip gidenleri duymadığı belli. Ne diyeceğimi bilemediğim için bir kenarda bekliyorum. Kadın, motorun sesiyle irkilerek yerinden fırladı. “Nereye götürüyorsunuz kızımı? Kızımı niye alıyorsunuz benden?” Aracın arkasından koşuyor. Bağırıyor. “Songül’ümü bana geri getirin.” Birkaç kişi Hasret Hanım’ı zar zor tuttu. Cenaze arabası, köşeyi döndü, gözden kayboldu. Kadın tüm çırpınışlarının ardından yığılıverdi. 

Az öteden ağlama sesi işitiliyor. Hasret Hanım’ın demin yanında oturduğu genç adam, bu o. Elleri başında, başı öne eğik. Yerinden hiç kalkmadı. Ona bakarken rüzgârın yanağıma sertçe vurduğunu anımsıyorum. Daha fazla durmaya gerek yok. Kalabalıkla beraber oradan uzaklaştım. 

Yıllar sonra, parkta yürürken Hasret Hanım’a rastladım. Epey kilo almış. Acaba antidepresan kullandığı için mi? Belki de ben uyduruyorumdur. Kızından kısa bir süre önce kocasını kaybetmişti, ya. Başka nasıl ayakta kalabilir? Hayır. Hayır. Düşünmek istemiyorum. Hasret Hanım’la göz göze geldik. Beni tanıdız mı? Hasret Hanım, o gün size tek kelime söyleyemeden ayrıldım diye… ben … şimdi yine aynı şekilde … yani ne demem gerek … Biz Songül’le çok yakındık. Mektuplardan haberiniz var mıydı? Yazdıklarını size okumuş muydu? “Ömrüm…” Tabii kimse böyle olacağını bilemezdi. Yanınızdaki genç adam, hani Songül’ün gidişinde, onunla hâlâ görüşüyor musunuz? Muhtemelen başkasıyla evlenmiştir, malum hayat devam ediyor. Bu teselli cümlesini kimler kurabilir Hasret Hanım? Yaşamın bütününe, belirli bir kesitinden daha çok bağlananlar mı? Ya siz? Hatıralarınız her gün yeniden ete kemiğe bürünüyor mu? Sizi sorularımla yormak istemem. O yüzden, yanınızdan selam vermeden geçeceğim. Beni tanımadığınızı biliyorum. 

Kaç zamandır terapi aldığımı, hatırlamıyorum. Doktorum, aklımdakileri yazmamı ve kağıtları yırtıp pencereden dışarıya atmamı söylüyor. Ama, bazı sayfalara bir türlü kıyamıyorum. Yara tamamen kapanırsa,  Songül’ü asıl o gün kaybederim. Onu öldürmeli miyim? 

Hasret Hanım’la karşılaşmamız vaktin geldiğini gösteriyorsa..? Yarınki terapide bu satırları okumaya karar verdim. Eğer, becerebilirsem, sayfaları doktorun odasında yırtacağım. Muhtemelen şöyle diyecek: “Hazırsın, Ömür.” 

“İnsan, asla hazır değildir doktor bey. Kendimi inandırmaktan başka seçeneğim kalmadı sanırım. Neyse. Tayinim çıktı. Önümüzdeki ay taşınıyorum.”

“Öyle mi? Hadi hayırlısı. Gitmeden seni tekrar görebilecek miyim?” 

Bir daha uğramadım. 

Mektupları soğuk mermerin dibine koydum. Songül’ü son ziyaretimdi.

Kıymetli okuyucu, 

Yukarıdaki satırlar, gerçek bir olaydan esinlenerek yazıldı. İnsanın yaşamı anlamlandırma uğraşında, ölümü nereye koyacağı, sanırım kişisel bir mesele. Kaybettiklerimiz, geriye bir yığın hatırayı emanet bırakırken, her anı ansızın yürek çarpıntısına dönüşüyor. İzini sürdüğümüz geçmişin, yarına yansıyan ışığını mı arıyoruz yoksa gölgesinde mi yitiyoruz? Louise Glück, dünyaya bir kez baktığımızı, onun da çocuklukta olduğunu söyler. Charles Lamb ise,  “Eski Bildik Yüzler” şiirinde şöyle der: 

Çocukluğumun anılarına baktım, hep düş,
Dünya geçtiğim bir uzun çöl gibiydi
Bulmak için aradım bildik yüzleri.

Eski, tanıdık yüzleri aradığımız bu ıssız çölde, ‘yeri doldurulamaz’ yüreklerle bir vesileyle yeniden karşılaşmayı umuyoruz. Yahut, tıpkı onlarla geçirdiğimiz zamanlardaki gibi bizi yuvamızda hissettirenlerle bir yerlerde rastlaşmayı. Bir elimizde dünü sımsıkı tutarken diğer elimizde yarını kendimize çekmemiz, bu bağı kurabilmek için olsa gerek. Peki, insanın kutsal yuvasına yani kalbine dönmesi mümkün mü? Hele bir de Thomas Bernhard’ın ifade ettiği şekilde bütün ömrümüzü hakkımızda en ufak bir şey bilmeyen ama hakkımızdaki her şeyi bildiklerini iddia eden insanlarla beraber geçiriyorsak. Pek çoğumuzun yaşadığı bu hissiyata ben ‘sığışamama’ diyorum. Oradasındır, ama oradaki sen değilsindir. Onlarlasındır, ama o kişi sen değilsindir. Zihinsel mesafenin ölçüsü henüz birimleşmemiştir. Yabancılaşmanın kaçınılmazıdır sığışamama duygusu. Aidiyetinizi sorgularken geriye dönüp şöyle bir bakarsınız. Kimliğiniz, hakikatinizi belirler. Öyle düşünürsünüz. Bir gün anlarsınız ki, devinim halindeki hakikatiniz zaman içerisinde kimliğinize dönüşmektedir. 

‘Ben kimim’ sorusu başka deyişle kimlik arayışı temelde ‘kök’ yani ‘baba’ arayışıyla ilişkilidir. Ben, yazılarını ilgiyle okuduğunuz Sinan Baba’nın kızıyım. Babam hayatından kesitleri öyküleştirip sizlere sunardı. Öyküyle giriş yapma sebebim ondan aldığım ilhamdır.  İlk yazımı babama ithaf etmek istiyorum. Çünkü, ben bir süper kahramanın kızıyım.

Sekiz yaşında başına simit tablası koymuşlar. Ayakkabı boyamış, hurda toplamış, fırında çalışmış, yazlık sinemada gazoz satmış, tiyatroda sayısız oyunda oynamış… Babasız büyüyünce, küçük yaşta başlamış ev geçindirmeye… Bir tas çorbayı arkadaşlarıyla bölüşüp içerlermiş. Müslüm’le aynı mahallede saz çalar, beraber söylerlermiş. On binden fazla kitap okumuş. Evde elektrik olmayınca, sokak lambalarının altında ders çalışırmış. Türkiye onuncusu olmuş. Tıp okumak istemiş. O dönem ticaret lisesi mezunları tıbba alınmadığı için akademiye girmiş. Alnının teriyle bugünlere gelmiş. Bursa’nın “Baba” ismini layık gördüğü başarılı bir iş adamı.

Onu süper kahraman yapan özellikleri lakabından anlaşılacağı gibi çok daha başkaydı. Düşene uzanan el oldu. Darda kalana ekmek kapısı açtı. Dertliler babama sığındı. Sihirli değnekti babam. Dokunmadığı kimse kalmadı.

Farklıydı. Duygusaldı. Türkü söylerken gözlerine yaş dolardı. Kalp kırmazdı, asla. “İnsan biriktiriyorum kızım.” derdi. Anlamazdım. Onu kaybedene dek. Meğer ne çok seviliyormuş. Ne çok insanın hayatında dönüm noktası olmuş. Benim babam, yalnızca kızlarının babası değilmiş. Herkesin, hepimizin babasıymış. 

Öyle güçlüydü ki. Babam, bütün gücünü kocaman yüreğinden alıyordu. Sevgiye aç bir çocuk, bir adam, tüm susamışlığını hasret kaldığı o sevgiyi dağıtarak gideriyordu. Bir insana en çok ne yakışır derseniz, merhamet derim. Sinan Baba, yufka yürekli, merhametli bir adamdı. Babamı satırlara sığdıramam. O, bu dünyanın çok ötesindeydi. Şimdi, başka bir alemde, uykuda. Biz ise, Charles Lamb’in dizelerindeki ‘o bildik yüzü’ arıyoruz. Dünya denen şu çölde, ne mümkün! Sığışamıyoruz. Bizi tanıdığını sananların epey uzağındayız. Kalbimize dönebilmenin yolu, bizi yürekten görebilenlerin mesafesizliğinde değil midir? Ancak, onların gönüllerine sığabiliriz. Hatta öyle bir yerleşiriz ki, işte yuvamız orasıdır. 

Benim hakikatim, böyle muhteşem bir babanın kızı olmaktır. Kimliğim, köküm babamın miras bıraktığı maneviyatta saklı. İnsan kalabilmeyi ondan öğrendim. 

Süper kahramanlar ölümsüzdür. Sen de öyle!…

Seni çok seviyoruz.  Sinan BABA.  Nur içinde yat.

Sonsuz şükran ve aşkla…Canım babam…

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
5 Nisan 2024 08:35
27 Nisan 2024 07:25
20 Nisan 2024 08:04
3 Nisan 2024 14:02
6 Nisan 2024 08:14
21 Nisan 2024 16:15
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.