Türk Kadını
Geç kalınmış bir yazı olmakla birlikte sanırım güncelliğini her daim koruyan bir konudur kadınlarımızın seçme ve seçilme hakkı. 5 Aralık 1934 tarihi Türk kadını için bir mihenk taşıdır. Dünya üzerindeki birçok ulusun kadınlarından önce kazanılmış evrensel bir haktır. Günümüzde hala bırakın seçme ve seçilme hakkını, sokağa bile tek başına çıkma hakkı bulunmayan toplumları ve ulusları düşünürsek 87 yıl önce ulu önderimiz ve yüce meclis tarafından verilmiş bu hakkın kıymetini bilmek ve korumak da artık erkeklerin değil kadınların da görevidir. Ne yazık ki İslam dünyasında kendi içindeki kavgalar ve egemen güçlerin bağnaz tutumları nedeniyle kadınlar tekrar İslamiyet öncesi Cahiliye dönemine dönüş yapmışlardır. Kadınlar Burka denilen ne idüğü belirsiz giysiler içine hapsedilmekte ve acımasız bağnaz erkekler tarafından saçı göründü diye recm edilmektedirler.
Türk kadını birçok Avrupa ülkesinden daha önce seçme ve seçilme hakkını kazanmış olup, her türlü görevlerde bileklerinin hakkıyla bulunabilmişlerdir. Hukuk alanında, Tıp alanında, muhtelif iş alanında her türlü görevi elde edebilmenin yanı sıra siyasette de çok önemli görevlerde bulunmuşlardır ve bulunmaktadırlar. Kadın il ve ilçe başkanları, kadın milletvekilleri, kadın bakanlar ve hatta kadın başbakanlar çıkmıştır bu güzel ülkemizden. Dünyaya örnek olabilecek çok ama çok önemli görevler ve başarılardır bunlar. Ancak, son yıllarda üzülerek görülmektedir ki, kadınlar sinsi bir şekilde tekrar eve mahkûm edilmeye çalışılmaktadır.
Anlayamadığım bir şekilde kadınlar beş çocuk doğurmaya özendirilmektedirler. Düşündüğümüzde beş çocuk doğurmuş bir kadın ömrünün yaklaşık on yılını gebelik ve gebelik sonrasında tüketecek ve sosyal yaşamdan yavaş yavaş soyutlanacaktır. Böylece bileşik kaplar kanunundaki sisteme göre kadından boşalan yere erkekler dolacaktır. Hele günümüzün her geçen gün zorlaşan ekonomik koşulları içerisinde kadın tamamen eve hapsolacak ve eğitimleri de bu doğrultuda aksayacaktır. Sadece bu değil tabii ki kadınları zorlayan. Her geçen gün artan tacizler, cinayetler ve kötülükler kadını daha da eve mahkûm kılmaya başlamıştır.
Bu anlaşılmaz durum sadece erkekler tarafından mı yapılıyor? Hayır, kadınlar kendi ayaklarına sıkmakta hiçbir sakınca görmüyorlar. Televizyon ekranlarını işgal eden birçok kadın, gerek medya mensubu gerekse sanat (!) camiasından akıl almaz programlar yapıyor ve hemcinslerini sosyal yaşamdan dışlayıp sadece evinin kadını olması gerektiğini çaktırmadan pompalıyor. Ya da bunların dışında bazıları da kadın hakları savunuculuğu adına toplumun genel geçer tüm ahlaki değerlerini hiçe sayabiliyor. Bunları görünce, “yok mu bunun ortası” diye çığlık atasım geliyor.
Eğitimin aileden başladığını bilen ve buna çok inanan biri olarak iyi eğitimli bir anne ile eğitim alamamış bir annenin çocuklarına verebileceklerinin neler olabileceğini düşünmek dahi istemiyorum. Bu nedenle kız çocuklarının mutlaka okula gönderilmeleri ve okutulmaları gerekmektedir. Bu konuda ülkeyi yönetenlere ve sivil toplum kuruluşlarına çok büyük görevler düşmektedir. Çocukları merdiven altlarındaki tarikat öğretilerinden uzak tutmalı ve bu konuda çok hassas olmalıyız. Yaşadığımız yerlerdeki özellikle ilköğretim okullarıyla irtibat halinde olmalı ve bu okulların ihtiyaçlarını giderebilmek için yardımcı olmalıyız. Okula gönderilmeyen kız çocuklarının okula gönderilmelerini sağlamak için çaba harcamalıyız. Mahalle muhtarlarından ihtiyaç sahibi çocukların aileleriyle dirsek temasına geçip maddi ve manevi yardımlarda bulunmalıyız.
Unutmayalım ki gelecek neslin iyi yetişmesi eğitimli annelere bağlıdır. Bu nedenle erkek çocuklarının yanı sıra kız çocuklarını özellikle okutmak için bir eğitim seferberliği başlatmalıyız. Bu konuda elimden geleni vermeye hazır olduğumu tüm içtenliğimle bildiriyor ve sivil toplum kuruluşlarını böyle kutsal bir görev için harekete geçmeye davet ediyorum.
Okumayan çocuk kalmasın.