Tempus Fugit
Zaman uçar.
Proust romanlarının ana teması zaman sorunudur. Kayıp zamanı yeniden elde edebilmenin peşindedir.
Geçmişi, asıl haliyle korumak maalesef pek elimizde değil. Çünkü, bellek yanıltır. Doğru okudunuz. Belleğin özelliklerinden biri, anıları tahrif ederek farklı biçimde düzenlemesi yani anılarla oynamadısır. Bellek, geçmişi şimdide yeniden üretir. O yüzden, geçmişi asıl haliyle hatırlamayız. Belleğin bize böyle numaralar çekme sebeplerinden biri, gerçekle karşılaşmaktan korkmamızdır. Bu nedenle çarpıttığı anılara ‘perde anılar’ denir.
Peki, geçmişin kendi içinde korunduğu gerçek haline nasıl ulaşabiliriz? Madem belleğe güven olmaz, öyleyse geçmişi hatırlamaya çalışmak boşunadır. Geçmiş, hiç ihtimal vermediğimiz bir nesnenin bizde yaşatacağı o duygunun içinde gizlidir. Kontrolümüzde olmayan, istemdışı bellek sonucu aniden ortaya çıkan o an. Proust, aniden yakalanan zamana ‘talihli an’ diyor. Mesela, bisküvi kokusunu duyduğunda birden çocukluğundaki bir hatıranın gözüne gelmesi gibi.
Belirtmekte fayda var, koku duyusu, evrimsel süreçteki en eski duyu. Canlıların etraflarındaki kimyasallara tepki verebilmesi için ilk önce koku duyusu gelişmiştir. Beynimiz koku ile belli bir zamana ve mekâna ait hatıraları birleştirebiliyor. Koku duyusunun, bazı hatıraları canlandırabilme ve anıları hatırlatabilme etkisine sahip olmasına ‘Proust Etkisi’ deniyor.
Şair Oliver Wendell Holmes “Hatıralara, hayallere, eski duygulara ve çağrışımlara koku duyusuyla başka hiçbir yolla olmadığı kadar çabuk ulaşılır.” der.
Benim aklıma ilk gelen sobanın üzerine konulan portakal kabuklarının kokusu. Kendimi bayramdan bayrama ziyaret ettiğimiz bir aile büyüğünün evinde buluveriyorum. Bir de sıcak yaz günleri tek tek koparıp balını emdiğimiz hanımellerinin yaydığı o muhteşem koku. Bahçede arkadaşlarımla oynarken duyduğum çocuksu mutluluğu tekrar yaşıyormuşum gibi hissediyorum. Belleğin tüm oyunlarına rağmen, bazı hatıraların bıraktığı duygular ne kadar dokunulmaz değil mi?
Zamanın hızına yetişilmiyor. Ne ara bugünlere geldik, bugünler ne çabuk geçip gidiyor, anlamıyoruz. Tempus Fugit. Uçan zamanın kanatlarına binip geçmişin sokaklarını dolaşsak, ihmal ettiklerimizi telafi etsek, özlemini çektiklerimize kavuşsak… Veya aklımızı başımıza alıp, geri dönüşü mümkün olmayan kayıp zamanın peşini bırakarak şimdiyi mi inşa etsek? Neyse ne! Önümüz bayram. Ağır mevzulara kafa patlatmayı bir süreliğine erteleyebiliriz.
Sizi bilmem. Ben babamsız bayramlara alışamadım. Şu satırları yazarken boğazım düğümleniyor. Aile büyüklerini kaybettiğimiz o yaşlara geldik. Tempus Fugit. Eli öpülecek kiminiz varsa, önce onların gönlünü hoş edin derim. Tempus Fugit. Tatil yapmak için daha çok yolculuğa çıkarsınız ama son yolculuğuna uğurladıklarınızın dönüşü yok. Tempus Fugit.
Yazımı, kokusu burnumda tüten babama ithafen Enis Behiç Koryürek’in Hatıra şiiriyle bitirmek istiyorum:
Geçsin günler, haftalar
Aylar, mevsimler, yıllar
Zaman sanki bir rüzgâr
Ve bir su gibi aksın
Sen gözlerimde bir renk
Kulaklarımda bir ses
Ve içimde bir nefes
Olarak kalacaksın