Söyleyebildiklerimizin mi esiriyiz yoksa söyleyemediklerimizin mi?
“Seni seviyorum’’ deyince sevgilimize, eşimize, çocuğumuza ya da arkadaşımıza onun esiri mi oluyoruz? Yoksa içimizdeki sevgiyi söyleyememenin dayanılmaz noksanlığını ya da bir ömür pişmanlığını mı yaşıyoruz? Bu söyleyememek olgusu bizim ruhumuzu esaret altına almıyor mu?
Yaşamın her alanında, her karesinde çıkıyor bu ikilem karşımıza.
Adına ayıp deyin, saygısızlık deyin ya da günah deyin. Birçok konuda suskunluğumuzun esiri oluyoruz.
Gözünüzün içine baka baka yalan söyleyen bir politikacıya “hadi oradan yalancı’’ diyememek ruhumuzu esir alıyor ve hapsediyor yalancının yalan dünyasına.
Ya da salaklığı yerlere akan bir aptalın görgüsüzce böğürmesine dahi “çüş” diyememek çok acı veriyor.
Karga sesli mankenden bozma şarkıcı özentisine “sus lütfen” diyememek de bir başka esaret.
Düşünme özgürlüğü, düşünce özgürlüğü ve özgür düşünce.
İnsan her şeyi düşünebilir. Ancak bu düşüncelerini söyleyemez, konuşamaz, yani özetle açıklayamazsa düşündüklerinin esiri olur ve düşünceleri özgürleşemez.
Özgürleşemeyen düşünce de özgür düşünce değildir. Sadece düşünme özgürlüğü vardır ve bu durumda düşünce özgürlüğü yoktur.
İşte böylesine çılgın düşünceler.
Kaçıp gitmek her şeyi bırakmak en güzel çözüm gibi geliyor bazen. Ama olmuyor. Çünkü yaşama da esir düştüğünü fark ediyorsun ve en kolay yolda yürümeye devam ediyorsun; ’’Akışına bırak, 3 maymun ol, görme, duyma ve söyleme.”
Selam olsun 3 maymunlara…