Sevdalar
Dünya kurulduğundan beri insanoğlunun en büyük ruh özelliğinden biridir sevmek. Burada dünyanın en büyük sevdalarından, Leyla ile Mecnun’dan, Kerem ile Aslı’dan, Ferhat ile Şirin’den ya da Romeo ile Juliet’ten bahsetmeyeceğim. Benim gibi sıradan insanlardan ve sevdalarından bahsetmeye çalışacağım. Dünya üzerinde söylenen şarkıların neredeyse tamamı sevda üzerinedir. Türküler de öyle söylenir ülkemizde. Bakmayın arada sırada “mandanın yuva yaptığı olur da söğüt dalına” ama çok enderdir bu tür mizah dolu türküler. Sanırım bu da Türk insanının mizah anlayışındaki incelikten gelmektedir. En büyük eserler hep aşk kökenlidir. Aşkın kokusu sinmemiş şiirden şarkı veya türkü üretmek neredeyse imkânsızdır. Bazen bu aşk ilahi bir aşk da olabilmektedir. Yunus Emre’de ve bazı tasavvuf ehlinde olduğu gibi. Ama ilgimi çeken bir husus da vuslat gerçekleştiğinde sanki aşk bitiyormuş gibi şiirler de bitiyor, şarkılar da. Günümüzden çok çarpıcı bir örnektir bence, Orhan Gencebay. En güzel aşk dolu eserleri 1970’li yıllardadır. Daha sonraki şarkıları (bana göre) zorlamadır, doğaçlama değil. Ya da ruhun en aç ve genç olduğu dönemlerde mi daha verimli oluyor insan? Bunu da anlayabilmiş değilim. Ama bildiğim bir gerçek varsa aşk ve sevda ya da adına ne derseniz deyin sevmek insan ruhunun vazgeçemediği ölümsüz bir duygu.
İnsan sevince güzel görüyor dünyayı ve sevince anlam kazanıyor yaşam. Sevmeyen ya da sevmesini bilmeyen kalplerin daha katı olduğunu düşünüyorum. Sevginin olduğu yerde anlayış, sevginin olduğu yerde mutluluk oluyor. Sevince insan daha hoşgörülü ve daha sevecen bakabiliyor her şeye. Kalpler ısınıyor, sanki bahar gelip de çiçekler açıyor. Dünyadaki en saf yaratıklardan biri olan 8 yaşında bir delikanlının annesine söylediği şu içten sözleri paylaşmadan geçemeyeceğim; “Anne bizim sınıfta bir kız var, onu gördüğüm zaman kalbimde müzikler çalıyor. Niye böyle oluyor?” Olgun anne, bu durumu en tatlı ve sekiz yaşında bir çocuğun anlayabileceği şekilde anlattı. Bunun adı aşk’tı. Nasıl ki sekiz yaşında aşık olunabiliyor ve sevebiliyorsa insan, 50 yaşında da 80 yaşında da aşık olabilecektir. Aşkın yaşı yoktur kanımca.
Eğer aşık olunabiliyorsa halâ yaşıyordur insan. Aşk bitmişse yaşam da körelmeye başlamış ve yolun sonuna yaklaşılmıştır. Aşık olabilen ve sevebilen insan zararsız insandır diye düşünürüm hep. Seven, sevdalık çeken insanın kalbinde kötülük barınamaz. Her sabah kır çiçekleriyle uyanır, hayata kuş sesleriyle başlar. Hep bir şarkı mırıldanır sevdaya ve güneşe dair. Güneş gibidir sevda, aydınlık verir insan ruhuna ve ısıtır. Ruhu aydınlanan insandan da karanlık beklenemez. Sevgi, insanı zinde kılan adrenalin dolu bir portakal gibidir. Her diliminde yüreğinize bir yaşam enerjisi yükler. Saçının bir teline dahi dokunabilmek, yüzünü görmek ve hele bir de gülümsüyorsa size bakıp da. Deme gitsin o zamanki mutluluğu. Sanki bir kilo sevda portakalı yemiş gibi olur insan. Söylenecek çok şey var sevdalar üzerine. Ama her sağlıklı ruh bu güzelliği yaşamıştır ve yaşamalıdır da. Sevmekten korkmamalı insan, asıl sevememekten korkmalı. Sevmeyen yürek yaşamamıştır bence. Bozkırın tezenesi Neşet Ertaş’ın dediği gibi;
“Sevda olmasaydı da gönüle dolmasaydı, Dünya neye yarardı da seveni olmasaydı”
Sevgisiz ve sevdasız kalmamanız dileğiyle.