Şah damarından da yakın mat damarı
Geceleri herkes uyuduktan sonra kafanı toplayıp bir şeyler yazmak ne büyük bir lüks. Üniden mezun olup işe başladığımda, bir otobüs yolculuğu esnasında, yanımda bana arkadaşlık eden Coğrafya öğretmeni Melahat Konnalı, ‘genelde kimsenin ismini pek hatırlamam ama onunkini hatırlıyorum.’ Bana : ‘eşinin ölümünden bu yana geçen süreyi yıl, ay, saat olarak saymıştı. Ve o günden sonra uyuyamadığını, hatta uyumanın da pek gerekli bir şey olmadığını söylemişti.’ Nasıl dinleniyorsunuz peki dedim,; ‘uzaklara bakıyorum’ dedi. O gün içime bir korku düşmüştü, acaba ben de böyle olur muyum dedim, ve demez olaydım. Çünkü ben de son 10 yıldır uyuyamıyordum. Gün içinde durmadan hareket halinde olmak ve birçok işi aynı anda yapmaya çalışmak. Zihnini parçalara bölmek ve adam akıllı oturup düşünememek. Düşünmek demişken, ne güzel bir eylemdir düşünmek, (ne düşündüğüne bağlı olarak değişir tabi.) hele sabaha karşı 4 sularında düşünmek.
Kızımla gezegenleri sayıyorduk, kaç gezegen. var dedim: ‘ 8 dedi’, Yoo dedim benim bildiğim 12 sonra biraz araştırınca gezegen olarak kabul edilmeyen 4 gezegeni daha bulduk. Tabi bize sorarsan Anüs ‘te bir gezegen:) etti 13. Ben bunu kesinlikle cahillik olarak değerlendirmiyorum, işi başından aşkın insanları, yoldan çevirip gezegenleri say, alyuvarlara rengini ne verir, gibi sorularla ters köşe yapmak. Kendi milletini değersizleştirmekten başka bir şey değildir. Tabi ki okuyalım, öğrenelim, gelişelim hatta en iyisi biz olalım. Lakin anlatmaya çalıştığım şey de, kol kırılır yen içinde kalır hesabı, Türkiye’ de yaşayan kendi insanımızı da bu kadar küçük düşürmeyelim. Bir de adam haklı çıkarsa o zaman biz çokbilmişler rezil olabiliriz. Tam yerine rast geldik isek buraya bir manzara ekleyelim: ‘ Kalın bağırsağın vücut dışına açılan kısmına anüs denir, besin maddelerinin kullanılmayan bölümü anüs yoluyla dışarı atılır. Bazı organlar vardır ki sindirim onlar olmadan gerçekleşmez, bu organlar salgıları ya da başka görevleri ile sindirime yardımcı olurlar ve belirli bir üzen içinde çalışırlar. Yani şimdi bu görevlerin tam da aynısını yapan bir gezegen olabilir mi:) Anüs gezegeni:) Neşe de çok şey gizli, Kız neşesi diyoruz ya, aman Allah’ım neler saçılıyor o esna da etrafa. Sen yere dökülen çiçekleri topla. Acılarımız o kadar büyük ki, gülmekten ve alay etmekten başka çaremiz de kalmadı artık. Evet ben de zihnimi teflon tava haline getirdim. Bilmiyorum, görmüyorum, duymuyorum ve hatta Yasemin Öz’ün dediği gibi burada yiyip oraya s.çıyorum:) O söyleyince ayıp olmuyor da ben yazınca mı ayıp olacak, şeklinde bir iç hesaplaşma yaparak yoluma devam ediyorum. Eski mahallemden çocukluk arkadaşım çeviriyor: ‘ Neşe abla bana da bir hikaye yazsana diyor.’ Ben de ona; ‘ Oğlum senin hayatın zaten hikaye, ben nasıl yazayım ki’ diyorum. Ben sadece kendi hikayemi anlatabilirim. Onu bile zar zor yapıyorum, yamuk yumuk eğri büğrü bir şey: ‘Omurgamın kendi kaderim doğrultusunda aldığı şekilden bahsediyorum.’
İç hesaplaşma ne büyük bir cesaret gerektirir, eğer kaşındaki yargıç en adil olanı ise. Artık kimse iç hesaplaşma da yapamıyor, karşımızdaki yargıcı, kendi kurmuş olduğumuz adalet sistemimizin yargıçları sanıyoruz. Bir çocuk doğruyu söylerken, utanç içinde önüne eğilip kalbine konuşuyorsa, bunu başı dik bir şekilde karşısındakine bakıp söyleyemiyorsa, yani doğruyu söylemekten çekiniyorsa, biz çok büyük hatalar yapıyoruz demektir. Bu arada konusu gelmişken, kalbinize konuştuğumuzda ‘sadece ama sadece doğruları söyleyeceğinize yemin eder miyiz.’ İşte tam yeri gelmişken edilmiş yemin de en güzelidir’. Çünkü emin olun bir gün hepimiz sadece doğruları konuşmak zorunda kalacağız. Bu sebeple bu andan itibaren en azından kalbinize yalan söylemeyiniz, onun canı çok yanıyor. Zihnin canı yanmaz, zihinde devreler şaşar ama o, kendi yolunu elbet bulur, çünkü ne demişti ‘Optimum Denge’ kitabında; ki ben bunu Youtube kanalımda anlatmıştım, Zihindeki devreler seri bağlı değil, paralel bağlıdırlar. O kendi yolunu bir şekilde bulup lambayı yakacaktır. Benim eniştem de ne büyük elektrikçiydi. Onu can kulağı ile dinlemiş olsaydım, kimbilir neler anlatacaktı. Aaa canınızın da kulağı varmış!!!
‘Ben sana şah damarından daha yakınım’ sözü, bana şah damarımdan yakın olan şeyin ne olduğu sorusu ile karşı karşıya bıraktı. MAT damarı mı yoksa! ‘Bir atarsa mat damarım, bayramlık ağzım bir açılırsa. AAA yoksa biri sana şah yaptığında sen de ona mat mı yapacaksın. Mat, parlak olmayan donuk. Fransızca kökenli değil kökeni burası. İçtiğim sigara önce boğazımda, sonra ciğerim de şimdi de şah damarımdan daha yakın olan bir yerde nefes darlığı. Sanki damar değil, ama yapısı damara benzeyen, rengi de soğuk, donuk mat, hani koyunların canları yanmasın diye, kasapların bıçağı ilk dokundurduğu yer. Yani sana şah damarından yakın olan şey, belki de sana nefes aldıran ilk şey, hani Yaradan’ın eli diyoruz ya. Yaradan’ın nefesi mi desek acaba.
Çok ileri gitmiyorum, gitmem için bu konunun alimi olmam lazım. İşte okumak burada devreye giriyor. Doğadaki her canlı, konuşuyor ve hepsi bir bütün olarak Yaradan’ı temsil ediyor, sana veya bana verdiği bilgi ile karıncaya verdiği bilgi arasında fark yok. Ve belki hatta sana verdiğinden bir tık bile daha fazla olabilir karıncaya verdiği bilgi. Okuduğumuz kitaplar doğayı ve hayvanları anlamama hizmet etmeli, onların mucizevi bilgisini bulursan ve onun kulağına fısıldarsan, o uyanır. Ve o zaten, ismini duyduğunda ölmeye razı. Sen onun bilgisini çözdün, neye hizmet ettiğini buldun, hadi şimdi kıyabiliyorsan öldür. Yani o sana bilgisini verdikten sonra sen onu zaten Yaradan’ın suretinde göreceksin, ister öldür ister sal gitsin. Derdi kalmadı ki artık. Zaten bilinmek istemiyor muydu. Şimdi ben neden kimsenin masalını yazamam diyorum anlaşılmıştır herhalde. Herkesin masalı kendine, ama ben de yaşadığım süre boyunca farkındalıklarımı paylaşacağıma and içerim, yemin ederim ya da en doğrusu neşe sözü veririm.