Ölürsem Kabrime Gelme İstemem!
Eski Türk filmlerini çok severim; özellikle de komedi filmlerini.
Aynı filmi defalarca izlemiş olmama rağmen hala gülebiliyorum. Son olarak büyük bir çoğunluğunuzun bildiğine emin olduğum “Şabaniye”yi izledim.
Filmde bir şarkı var: “Ölürsem Kabrime Gelme İstemem.”
Bu şarkıyı da bilirsiniz.
Aslında defalarca izlemiş olmama rağmen ilk kez farkına varıp şarkının sözlerini dinledim.
Ne kadar büyük bir kaygı!
Ve “Niye hala kaygı?” diye düşündüm.
Ölmüşsün ve mezarına kimin gelip kimin gelmeyeceğini belirlemek istiyorsun.
Ayrıca, hala da küsebiliyorsun; “sen gelme istemem”.
Bunu şuna benzettim: “Beni bir daha asla aramanı istemiyorum.”
Aslında “Ara beni, gel, üzerime düş. Beni seninle barışmaya ikna et” demek değil mi?
“Gelme, arama” diyor, ama şarkı yazmış ya da tehdit etmiş “sakın!” diye…
Ama yine de “gel” diyor için için…
İstisnasız tüm canlılar öldüklerinde öldüğünü bilmez. Mezarımıza kim gelir, bedenimize ne olur bunları bilmiyoruz. En azından şimdiki bilgilerimize göre bilmediğimizi söyleyebilirim.
Ölüm ile ilgili kafamız karışık. Bazen çok üzücü bir olaya, bazen çok komik bir olaya nesne yapabiliyoruz.
“Gülmekten öldüm.”
“Ölürüm de vermem.”
“Onsuz ölürüm, yaşayamam.”
Burada rasyonel bir ölümden bahsedilmiyor tabi ki. Ama zaten insan için de ölüm, ölmek pek rasyonel değil.
İnsanlar mezara girdiğinde değil; insanlar başkalarının gözünde öldüğünde ölüyor.
Sevdiklerinin, emek verdiklerinin gözlerindeki eski değerini yitirdiğinde, sevdiği adam ya da kadın bir başkasına ona baktığı gibi bakıp konuştuğunda, ona söylediği o “özel” sözleri başkasına söylediğinde, ölüyor.
Aslında bu durumu bebekliğimizde de yaşıyoruz.
Annemiz de bir başka bebeğe, çocuğa, kardeşimize hatta babamıza bizden daha fazla ilgi, şefkat gösterdiğinde, orada da aynı yetişkinliğimizdeki gibi kaygıları yaşamaya başlıyoruz.
Görülmediğimizi , yalnız kaldığımızı sanıyoruz.
Bizim değerimizi diğer kişi belirliyor: Onun gözündeki yerimiz …
Öldüğümüzde bile başkalarının gözündeki “o yerimizi” görmek istiyoruz.
Gelen giden olsun, arkamızdan ağlayan, yokluğumuzu hissedenler olsun.
Varlığımız sonsuza kadar sürsün, birilerinin kalbinde, aklında yer edelim.
Her zaman bizi destekleyen, kavga etsek de bizi sevdiğine inandığımız, varlığımızı kabul eden, en önemlisi de “bizi gören” insanları yanımızda istiyoruz.
Derdimiz, yalnız kalmayalım hiç…
Oysa ki “yalnızlık”, “yalnız kalmak” sandığımız gibi felaket değil.
Ünlü yazarlar, besteciler, ressamlar, bilim insanları en önemli eserlerini, ürünlerini yalnızken üretmişlerdir.
Yalnızlık kötü bir şey gibi geliyor.
Kötü olan sadece tercih edilmeyen yalnızlık.
İnsan yalnız olabilir yalnız kalmayı da isteyebilir.
Ama insan tek başına olamaz.
Müzeyyen ÇUHADAR
Kasımova Psikoloji Merkezi
Çok güzel bir yazı olmuş.
Herkesin işine geldiği gibi düşündüğü ve konuştuğu böyle bir zamanda tek gerçeklik kendimiz olarak kalabilmektir. Büyüklerimizin yalnızlık allah’a mahsustur sözleri ile büyümüş bir kuşak içerisinde yalnızlığı tercih etmek korkutucu geliyor insanlara. Tercihlerde korku ve kaygi varsa yazinizdan anladigim kadariyla bu sahis kendini gerceklestirememis yani kendini taniyamamis diyorum. O yüzden insan önce kendini çok iyi tanımalı kimin ne düşündüğünü ya da söylediğini takmadan. Ölmek ve yaşamak, ne için kim için, bunların ikisinin de bir anlamı olmadığını düşünüyorum tek gerçek var o da olmak. Adam gibi adam olmak.