Ölümü Kabullenmek
Öyle bir düzen kurulmuş ki, her şeyi alıştıra alıştıra yaşatıyor düzeni kuran. Bir avaz doğuyor insan, çaresiz, zavallı ve muhtaç. Köpek balığı yavrusu değil ki doğar doğmaz yüzebilsin ya da köpek yavrusu değil ki dört ayağının üzerinde durabilsin. Önce emeklemeyi, sonra yürümeyi ve koşmayı öğrenir. Anne en büyük aşkı yıllarca, yavaşça babayı, sonra diğer aile bireylerini ve zamanla tüm dünyayı tanımaya başlıyor. Tüm dünyayı tanıması yaklaşık 20 yılını alıyor.
Bebeklik, çocukluk, ergenlik, ilk gençlik yılları ve yetişkin birey olmak. İlk yirmi yılda meydana geliyor. Tek başına verdiği yaşam savaşında genellikle bir eş buluyor ve kendi çocukları oluyor ve aile deniyor buna. Kendi anne ve babalarından aldıklarının daha iyisini vermek uğruna ve günün koşullarının geçen yıllardan daha ağır olması nedeniyle daha çok mücadele veriliyor. Derken bir de bakıyor ki kendisinin yaşadıklarını çocukları da yaşamış, bebeklik, çocukluk, ergenlik ve ilk gençlik yılları derken onlar da birer birey olmuşlar ve zamanla onlar da kendileri gibi yuvadan uçuvermişler. Başlangıcın bir sonraki evresine geri dönüyor ve bir Ayvaz bir Köroğlu olarak kalmışlar.
Bunlar halâ iyi günler. Eşlerden biri sonsuza doğru yol alırken ilk güne döndüğünü fark ediyor sona kalan. Tek başına ve sessiz ve kimsesiz hissediyor kendini. Sürekli bir endişe başlıyor. Ölüm korkusu aşılmış, ölüme hazırlanmak var artık. Kabız olmamak gerek, zira tuvalette ıkınırken kalp krizinden ölmek çok çirkin bir ölüm gibi geliyor. Sürekli temiz ve bakımlı olmak da gerekiyor. Yıkanırken cansız bedeni utanmaması gerekiyor vücudundan. Sanki ayıpladıklarında haberi olacakmış gibi. Ya da tuvalette ölü bulduklarında “ayyy ne pis ölmüş” dediklerini duyacakmış gibi.
Hele çocukların ya da torunların yolunu gözlemek ve onların gelmediklerini görmek var ya, ölümden bile zor geliyor artık. Ama az da olsa geldiklerinde bu konuda hiçbir sitemde de bulunmamak gerek onları üzmemek, ağızlarının tadını kaçırmamak için. Bir de dönüp arkasına baktığında aynı şeyi kendisinin de yaptığını hatırlıyor ve içini bir acı kaplıyor ve utanıyor son zamanlarında gençken yapamadıklarından.
Öğrenmekte zorluk çektiği Facebook’tan her gün birilerinin eksildiğini görünce garip bir hüzün ve sevinç kaplıyor içini. Bir arkadaşı daha kaybetmenin ve yalnızlığa bir adım daha yaklaşmanın hüznü, bir yandan da halâ hayatta olmanın buruk sevinci.” Ne garip bir çelişkidir bu aman Allah’ım” dediği de oluyor. Yakın geçmişi hatırlamak zorlaşıyor, bazen dün ne yaptığını dahi hatırlamadığı oluyor ama çocuklarının doğumunu veya ilk aşkını ya da ilk öpüşmesini dün gibi hatırlıyor. Anlatırlardı ya kendinden yaşlı insanlar böyle olduğunu ve umursamadığını da hatırlıyor. Sanki hep başkaları yaşlanacak ve kendisi hep genç ve dimdik kalacakmış gibi.
Yürüyememek veya çok çabuk yorulmak, hele otomobil kullanamamak hepsinden de acı geliyor. Bir futbol topuna var gücüyle vurup karşı evin camını kırmak ne kadar keyifli olurdu şimdi. Hele genç bir kızın çapkınca bir bakışına neler verilmez ki? Bir sinemaya gidip, patlamış mısır ve bir gazoz alıp uyumadan filmin tamamını seyredebilmek. Filmden çıkıp çisil çisil yağan yağmurun altında ıslanarak yürümek. Bir futbol maçında taraftarların arasında oturup hakeme “gözüne gözlük” diye bağırabilmek. Daha bir dolu imkansızı hayal ederek ölümü beklemek.
Alışıyor yavaş yavaş ölüm fikrine ve ölümün hem kendisi hem de geride kalanlar için en iyi yol olduğuna. Zira yaşam adına yaşadıkları hiçbir şeyi yaşayacak gücünün kalmadığını kabul edince ölümü kabulleniyor insan.
Sağlıklı ve hep genç kalmanız dileğiyle.