Dolar 34,5209
Euro 36,4834
Altın 2.960,56
BİST 9.118,33
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Bursa 21°C
Az Bulutlu
Bursa
21°C
Az Bulutlu
Cum 18°C
Cts 6°C
Paz 7°C
Pts 9°C

O değilse kim?

20 Nisan 2024 08:04 | Son Güncellenme: 20 Nisan 2024 08:07
246
A+
A-

Sana yazarken karşımda bazen arkadaşım, bazen sevgilim, bazen gıcık kaptığım biri varmışçasına; bazen sadece bir kâğıt parçasına, öylesine bir ekrana veya boşluğa, bazen amfi tiyatrodaki seyirciye, bazense Vatikan’ın balkonundan ulusa sesleniş konuşması yaparcasına; bazen duşta şarkı söyler gibi neşeyle, bazense tek başıma bir odada sıkıntıdan patlayan kendim öteki kendimle konuşurcasına yazıyorum. Sesimin duvarda yankılanışı gibi satırlar dönüp dolaşıp bana mı çarpıyor, yoksa özenle seçtiğim kelimeler sana ulaşıyor mu, henüz onu çözemedim.

Yazarken dikkat ettiğim hususları bilmende fayda görüyorum. Seni bilgi bombardımanına tutmadan ama aralara muhakkak konuya ilişkin spesifik bilgiler serpiştirerek; farklı göndermeleri, köprüler kurmak kaydıyla aynı amaç doğrultusunda birleştirerek; yazının hakkını vermek için kişisel fikirlerimi bocalamak yerine düşüncelerimi kaynaklarla temellendirerek; yorumlarda doz aşımına kaçmadan öznellikle nesnelliğin paydalarını eşitleyerek; biraz tez, biraz makale, biraz mektup, birazsa karşılıklı konuşma tadında bir ayar çekerek; kimi satırlarda kendimi ele verip, kimi satırlarda seni açığa çıkararak; sana kaç adım atabileceğimi bilmediğimden, öyle ya sen aynı anda birçok kişisin, temkinli yaklaşarak; eğer ‘iyi saatte olsunlar’ zamanıma denk gelirsen, içimden çıkacak ejderhayı zapt ederek; olur ya eşref saatime denk gelirsen, ipini koparan aşık gibi sana koşarak; bir yandan senin etkinde kalıp sözlerime sınır getirmem gerektiğini aklımda tutarak, diğer yandan seni etkilemek için sınırları aşarak; kimi zaman alttan alıp, kimi zaman sesimi yükselterek…daha başka bir sürü hâl içinden cümleleri süzerek yazıyorum. Bundan doğal ne olabilir? Nihayetinde sen benim arkadaşımsın, sevgilimsin, gıcık kaptığım o kişisin. Seninle her yazıda, türlü ilişki içerisindeyiz. İşin nokta atışı kısmı burası. Sen ve ben, her kim olursak olalım, ben yazıp sen okudukça bir ilişki yaşıyoruz. Buna bir son vereceğimizi sanmıyorum. Sanırım ikimiz de, aramızdaki her neyse, şikayetçi değiliz. Hatta memnun bile sayılabiliriz.

Sana bugün iki adet bölüme giriş bilgisi verip asıl meseleye ışık hızıyla geçeceğim. Senli benli konuşmayı bırakıp, sizli bizli üslupla pek tabii.

İnsan hakları üzerine yazılar kaleme alan ünlü düşünür Locke’nin köle ticareti yaptığını biliyor muydunuz? Peki ya, bir başka ünlü filozof Hegel’in Afrikalı zenciler hakkındaki ‘medeni’ (!) fikirlerinden haberiniz var mı? Hegel, Afrikalıların ekvatorda yaşadıkları için ‘zenci’ olduklarını, Avrupa’ya geçince ‘normal’e döneceklerini söylüyor. Zencilerin gemilere binip pamuk tarlalarında köle olarak çalıştırılmasını doğru buluyor. Böylece, medenileşeceklerini düşünüyor.

Biri Locke, diğeri Hegel, iki filozofun insana bakış açısı ne kadar normal (!), ne kadar medeni (!) değil mi?

Kim o halde, aradığımız o normal kişi? Hani eksikliğinden yakındığımız doğru kişi nerede? Kitaplardaki kahramanlar mı yoksa gerçek hayattan birileri mi? Normal olan ne ki, normal kişiyi bulalım?

Öyle birini uzun yıllar önce tanıdım. Turan amca. Mahallenin bakkalı. Karşı apartmanın bodrum katında otururdu. Penceresinin yarısı yerin altında kalıyor. Karısı anlatırdı. Pazara her gidişinde domatesin ezik büzüklerini alıp eve getirirmiş. Kadın, ona kızınca, Turan amca ’Pazarcının elinde kalır, satamaz, ben almasam kim alacak sonra?’ dermiş.  Ancak yaşamını idame ettirecek kadar kazanırken, üç kuruşluk kârının hesabını gütmeden, bakkalın önünde oynayan çocuklara sakız, şeker, çikolatayı bol keseden dağıtırdı. İstisnasız her gün, ayırt etmeden her çocuğa. Yüzünde hep bir gülümsemeyle dolaşırdı. Bir gün haberini aldık. Geceleyin namazın ardından, yatakta tesbih çekerken ölmüş. Ne temiz bir hayat. Ne temiz bir ölüm.

İnsan demek, Turan Amca demek benim için. Hangi Locke, hangi Hegel onun yerini alabilir? İsterse saat başı insan hakları beyannamesi yazsınlar. ‘İnsan’ içeriği gereği başka bir şey. Hayata nasıl baktığımızla ilgili bir duruma, daha doğrusu göreceliliğe indirgenemeyecek kadar mühim bir mesele ‘normal’i tanımlamak. İlk insandan günümüze dek uzanan yapı taşları var. Bir duvar düşünün. Alt sıradaki tuğlaları kırıp dökerseniz duvar çöker. Çünkü, mevcudiyetini sağlam temele dayandırmıştır. Biz insanları insan yapan değerlerimizdir o en alttaki tuğlalar. Üzerine yenilerini eklemek suretiyle duvarı örebiliriz. Üsttekileri kırıp yerine başkalarını koyabiliriz. Bu, bizi yıkmaz. Bizi yıkarsa, temelle oynamak yıkar.

Arkadaşım, sevgilim, gıcık kaptığım kişi… Yazının başında sana öznellikle nesnelliği eşit paydalarda tutmaya çalıştığımı belirtmiştim. Gördün mü bak! Kendimi yalancı çıkardım. Bu seferlik böyle olsun. Bu defa, bile isteye taraflı yazıyorum. Turan Amca’nın, insan yanımın tarafından… İçimden öyle geldi. Bir arkadaşımla sohbet sırasında dediğim gibi, kırkımdan sonra, içimden nasıl geliyorsa öyle.

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
19 Nisan 2024 10:38
18 Ağustos 2022 14:01
28 Nisan 2024 09:18
26 Nisan 2024 08:01
12 Mayıs 2024 23:40
19 Mayıs 2024 11:25
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.