Karışık Pizza
Hafta sonları fırsat buldukça TFF 1’nci Lig maçlarını seyrediyorum. Malum pandemi ortamı ve yıllardır içimizde olan futbol aşkı ile TRT’nin canlı maç yayınlarını yaptığı iyi işlerden olduğunu düşünüyorum. Özel TV’lerin henüz olmadığı, TRT’nin ağırlıklı yayın yaptığı dönemlerde hafta sonları heyecanla beklenirdi. TRT tek kanal herkes evinden o dönem futbol yıldızlarını soluksuz seyreder, maç sonu arkadaş ortamlarında ateşli yorumlar yapılırdı. Futbolu sevdiren, kitlelere yayılmasını sağlayan güzel bir organizasyondu.
Gençler tuttuğu takımı ve kendisi ile özdeşleştirdiği favori futbolcusunu hayranlıkla seyreder, ilk fırsatta mahalle maçında kendi spikerliğini kendi yaparak top sürerdi. Kaleler için 2 taş, yuvarlanan “top” adı verilen ama naylon kokusu karşı kalede iken bile duyulan, en az 2 kişi yeterli olan takımlar…
Kahvehanelerde de derin futbol yorumları olur, bugün maç sonrasında 4-5 saat spor programı adı altında yapılan ve kahvehanelerdeki ağabeylerin duymak istediği yorum ve üsluptaki “spor yorumcuları” gibi, bazen abartılı, bazen sinirli, bazen de özellikle karşısındakini kızdırmaya yönelik.
Zamanla evrim geçiren ve bir endüstri halini alan futbol artık belli bir kitleye hitap eder oldu. Kalan grup sadece 3 dakika süren görüntüler ve dediğim 4-5 saatlik “amigo” yorumcuların yorumları ile bu sevilen spor hakkında bilgi sahibi oluyor. En azından Süper Lig’de oynanan haftada 1 maç açık kanallardan verilmeli, insanlar Türkiye’de oynanan futbol düzeyini görmeli, diğer ülkelerdeki futbol ile kendi futbolumuzu kıyaslarken milli takımlar arasındaki farkın nedenlerini anlayabilmeli.
Gençlerin de bilgisayar başından açık havada hareketli yaşama geçişini de sağlayacağına inanıyorum. Aklımda hep şu örnek vardır. 1980 ve 1982 yılları arasında siyah-beyaz yayın yapan Türk televizyonunda “Beyaz Gölge” adlı bir dizi vardı. Dizide, eski bir NBA oyuncusu olan Koç Reeves ve ağırlıklı olarak siyahların oynadığı kolej takımının maceralarını anlatan dizi Türkiye’de 54 bölüm yayınlanmış. İlk bölüm itibarı ile ata sporumuz güreşten bile daha çok ilgi çeken futbol, birden söz konusu dizi ile basketbola evrilmeye başlamıştı. O dönem her yükseltiye bir çember eklendi. Salon sporu olduğuna ve belli bir kesime hitap ettiği düşünülen bu spor halka yayıldı ve o dönemlerde biz yaş grubu da mutlaka bu sporu da kendi çapımızda yapmaya çalıştık. Ama içimizdeki futbol aşkı; karısını sevgilisiyle aldattıktan sonra pişman olup evine, karısına dönen adam gibiydi…
TV’lerin topluma verdiği mesajlar olumlu veya olumsuz toplumu etkilemekte, yine bir örnek; 1989 yılı… Türkiye ilk defa pizza dükkânlarıyla tanışır. Türkiye’ye birkaç dükkân açarak pazarın nabzını yoklayan ünlü marka aldığı sonuçla şoka girer, bekledikleri gibi olmaz. Türk tüketicisi, pizzayı sevmez. Dükkânlar kapatılır. 1991 yılı. “Ninja Kaplumbağalar” bir çizgi film dünyada büyük ilgi görür. Yapımcı şirket Türkiye’deki bir özel kanala bu çizgi filmi teklif eder kanal şaşkındır, fiyat gerçekten olması gerekenin yüzde 10’udur. Yayınlanmaya başlar ve çizgi film Türkiye’de de çok tutulur. Oyuncakları, rozetleri, kartpostalları, defterleri ve kitap kapları ile müthiş bir pazarlama da beraberinde gelir. 1994 yılına gelindiğinde çizgi film milyonlarca çocuğu ve genci etkisi altına almıştır. Bu çocuklar tuhaf bir biçimde annelerinden pizza pişirmesini istemeye başlar. Türk anneleri pizzayı nasıl yapacağını bilmez. Talep gitgide artar. Derken pizza zinciri dükkânlarını yeniden aktif hale getirir, yeni dükkânlar açar. Çocuğu yemek yemeyen anneler mecburen pizza sipariş eder. Liseli, üniversiteli gençler arasında bir itibar nesnesi haline gelir. Türk mutfağının lahmacunu, pidesi terk edilmiş, gençler gruplar halinde pizza dükkanlarına gider hale gelir. İşte algılarımız böyle yönetiliyor.
Sonuç sadece futbol değil, ülke insanını bir şeylerden uzaklaştırmak, bu bilinçaltı pazarlamacıları, bu algı sihirbazları bize sadece pizza yedirmiyor…!
👍🏻👍🏻 İşte 21.yy gerçeği . Vahşi kapitalizm her şeyin üzerindedir. Muktedirler ne istiyorlarsa onu seyrediyor, giyiyor, sürüyor,kullanıyor ve onların istediği gibi davranıyoruz. Öncelikle kendimize gelmeli, her konuda ama her konuda Milli bir tavrımız, duruşumuz, bir politikamız olmalı . Sadece 2 öneri ile yetineceğim 1.si ülkemizin isminin tüm dünyada ve her ortamda hindi ile özdeşleşen Turkey yerine Türkiye Cumhuriyeti olduğunun kabul edilmesini ve hiç bir yerde ve hiç bir alanda Turkey kelimesinin bizi temsil etmediğinin kabul ettirilmesi ve 2.sinin de her dünya ülkesinde ibadet gibi kabul gören futbol arenasında ülkemizin spor bakanlığının FUTBOL için ayrı bir yönetim belirlemesi, eğitim ve yapılanmalarının tamamlanmasından sonra da seyredenlerin işte TÜRK FUTBOLU diyebilecekleri bir oyun karakteri geliştirmek ve sürekli olarak uygulayabilmek olmalı. ( Brezilyanın bireysel becerileri, Almanların dayanıklılığı , İtalyanların sıkı ve sert savunmacılığı ve İngilizlerin mücadeleciliği gibi)
Maalesef kapitalist düzen böylesi agresif ve kurnaz bir yapıda çarklarını döndürmeye devam ediyor ve bizler de ister istemez, bilinçli bilinçsiz o düzenin içindeyiz… Farkında olmak, farkındalık yaratmak da çok önemli bu çarkın içinde… Bizlerden daha çok kitlelere ulaşmayı başaran siz yazarlarımıza da çok büyük iş düşüyor bu konuda Savaş bey, tebrikler, İzmir’ den sevgi ve selam…
Sayenizde nostaljik bir yolculuğa çıktık Savaş Bey. Teşekkür ederiz. Kaleminize sağlık…