Karışık
Hani bir mezarlık yanından geçerken birdenbire bir sessiz hüzün dolar ya içinize, ürperirsiniz. Ölüm gelir hemen aklınıza ve korkarsınız. Ya da ben korkarım. “Ölümden korkmam, umurumda değil, hazırım” derler ya. Bana göre en çok da korkan onlardır. Herkes farklı algılar ölümü, kimine göre yok olmak, kimine göre yeniden dirilişe hazırlanmak, kimine göre de geçici dünyadan sahici dünyaya gitmektir. Her türlüsü de doğru olabilir. Ama bana göre bir bilinmezliktir ölüm. Sevdiklerinden ayrılmaktır, kebap yiyememektir, şalgam içememektir. Aşık olamamaktır, sevişememektir. Fenerbahçe’nin şampiyonluğunu görememektir. Sevenlerinizi üzmek, sevmeyenlerinizi sevindirmektir. Sevenlerinizin yaşamını bir süre aksatmaktır. Uzun zamandır planladıkları etkinliklerini erteletmektir. En sevdikleri dizileri kaçırmalarına sebep olmaktır. Acaba bu yüzden mi sevenleriniz ölmenizi istemezler diye hınzırca düşünceler içine de girdiğim olur bazen. Ama şüphesiz ki ölüm evrendeki en yalın gerçektir. Kaçınılması olanaksız bu gerçeğin sadece ölenler farkına varamazlar. Zira öldüklerinden haberleri yoktur bildiğimiz bilgilere göre.
Hatta bu konuda yapılmış bazı espriler de vardır. “Ölüler öldüğünü bilmezler, bir de salaklar salak olduklarını. Bu durum sadece yakınlarını üzer.” Kara mizah gibidir ve gülerim de. Bilgisayarım aynanın olduğu masada, o nedenle yüzümü görebiliyorum. Yine gülümsediğimi gördüm ve bir daha gülümsedim.
Bazen de ölümü karla kıyaslarım ve aralarında bazı benzerlikler görürüm. Hatta şu sözleri söylemişliğim vardır ; “Ölüm ve kar birbirine çok benzer. Her ikisi de bütün pislikleri örter.” Musalla taşında yatarken hoca efendi sorar “Merhumu nasıl bilirdiniz? Sıkı mı bir Allah’ın kulu çıksın da “Geberdi gitti deyyus, Dünyadan bir mikrop eksildi” desin. “İyi bilirdik” diye mırıldanıp namazda bile yalan söylerler. İşte bu yüzden ölüm de kar gibidir, bütün pislikleri örter.
Bazen ağaçlara da kafayı takarım. Her ağacı bilemem ama bildiğim ağaçlar hakkında aklımca felsefeler yaparım. Çam ağacı çok korkaktır bence. Neden korkaktır? Yapraklarını dökmez de ondan. Eğer yapraklarını dökerse “ya bir daha yapraklarım çıkmazsa” diye korkar ve sımsıkı sarılır yapraklarına. Ben bu yüzden çam ağacını emeklilik bekleyen devlet memurlarına benzetirim. Aman bir terslik olmasın da diye diye bir ömür tükenir.
Çınar ağacı öyle midir ya? Babayiğit bir ağaçtır. Uzun uzun kolları vardır hem yer üstünde hem de yer altında. Kendinden o kadar emindir ki her güz mevsiminde döktüğü yaprakları her baharda yeniden çıkar. Çınar ağacını da bilim insanlarına benzetirim. Sadece üretmektir, yeni keşiflerde bulunmaktır tüm yaşamları. Hiç yılmadan idealleri için yaşarlar.
Hele bir de kavak ağacı vardır ki, anlamakta her zaman güçlük çekmişimdir ve hala anlayamamışımdır. Her rüzgarın yönüne doğru eğilir, yapraklarını da döker, insanların rahatsız olduğunu bile bile polenlerini umursuzca savurur. İçi de koftur. Bu ağacı da bazı siyasetçilere benzetirim. Çevrenize baktığınızda bunları fark edebilirsiniz.
Meşe daha farklı ve fedakar bir ağaç gibi görünür hep bana. Sağlığında da kullanırsınız, kesildiğinde de. Hatta yakarsınız da çıtır çıtır inlemez bile. İşçi sınıfını çağrıştırır nedense.
Dedim ya karışık… Müziğe de takarım bazen. Her türlüsünü zevkle dinlerim. “Ben arabesk müzikten nefret ederim, Türk sanat müziğinden başka dinlemem” diyenleri de anlamam. Latin Amerika müziği de güzeldir, Caz müziği de. Arabesk de bu toprakların ürünüdür, Türk sanat müziği de Türk Halk müziği de. Bir annenin doğurduğu çocuklar gibidir müzik. Anne hangi çocuğunu diğerinden az sever ki? Bazen Müslüm’ü dinlerim, Bazen de Zeki Paşamı, Bazen MFÖ, bazen de bozkırın tezenesi Neşet Ertaş’ı. Hangi evladından vazgeçsin ki anne?
Çiçekleri de ayırmam, Nergis, Lale, sümbül, menekşe, gül, karanfil velhasıl hepsini. Zira dünyayı güzelleştiren nesnelerden biri de çiçektir.
Çoook çok karışık, Bu kadar bugünlük. Sağlıklı kalın ve fazla karıştırmayın.