Her şeye Rağmen
Yazmak istiyorum, son zamanlarda yaşadığım her şeye rağmen. Yazdıkça içimin açıldığını ve sonuna yaklaştığımı hissettiğim ömrümün sonunu mutlu geçireceğimi sanıyorum. Belki de hissettiğim bu ölüme yaklaşma duygusu yüzünden daha çok yazmak istiyorum. İçimdekileri, yaşadıklarımı ve biriktirdiklerimi alıp da toprağın altına götürmemek ve tüm Dünya ile paylaşmak geliyor içimden. Belki de hiç kimseyi ilgilendirmeyecektir düşündüklerim ve yazdıklarım. İşte bu nedenle her şeye rağmen yazacağım, isteyen istediğini alır koyar heybesine, istemeyen de burun kıvırır geçer, gider.
Çocukluğumdan beri büyük bir hayranlıkla izlediğim ve dinlediğim Neşet Ertaş, Halk TV’de Serhan Asker’in Görkemli Hatıralar programında anıldı. Çok ilginç bir sahneye tanık oldum. Konuklardan oyuncu Erol Tezeren’e Neşet Ertaş’ı sordu Serhan Asker. Erol Tezeren de beni şaşırtan bir cevap verdi çok dürüstçe. Bu kadar mert ve dürüst konuşması içeriğini beğenmesem de beni çok mutlu etti. Keşke, herkes böyle dürüst olabilse. “ Bizim kültürümüzde Neşet Ertaş ve Halk Müziği yoktu” dedi. Bu nedenle de herhangi bir yorum yapamayacağını da ekledi.
Bu sözleri beni çocukluğuma götürdü sanatçımızın. Gerçekten de çocukluğumun geçtiği yıllarda Türküler ve türkücüler kendilerini elit olarak gören ekonomik açıdan daha varlıklı ve daha eğitimli kesimler tarafından AVAM olarak görülürdü. Türkü söylemek, bozlak okumak, uzun hava çekmek sıradan halk insanlarına aitti onlara göre. Çocuklarını Türk Sanat Müziği eğitimine yönlendirirler, evlerine birer piyano alırlar ve özel hocalar tutarlardı çocukları için. Ama inadına o çocuklar da anne ve babalarından gizli gizli türkü ve yeni yeni moda olmaya başlamış arabesk müzik dinlerlerdi. Ama ilginçtir ki, o burun kıvırdıkları türkülerin eşliğinde oynarlardı düğünlerde. Yavaş yavaş kültürümüze pompalanmaya başlayan yabancı müzik ya da aranjmanlarda kalkar büyük bir hava ile dans eder, yarım yamalak vals yapmaya çalışır ama büyük bir coşkuyla türkülerle birlikte göbek atarlardı. Çocukluğumdan beri hep bunları merakla ve şaşkınlıkla incelerdim.
Bir de kılıfına sokulmuş bir gitarla yürüyen genç kızların havaları yok muydu? Başını döndürürdü herkesin büyük bir merakla. Ne kadar da mutlu olurlardı o güzelim genç kızlar. Anlatmak yetmez, görmek gerekir o güzellikleri. Ayrımcılık o günlerden başlamıştı sanki gençler arasında. Öyle aileler vardı ki, anılarına olan saygımdan dolayı isimlerini yazamayacağım, çocuklarının benim gibi türkü seven ve saz çalan çocuklarla arkadaşlık yapmaları bile yasaklanmıştı. Garibim o çocuklar çaresizlik içinde kedinin ciğere baktığı gibi bakardı bizler saz çalıp türkü söylerken. Korkularından yanımıza bile sokulamazlardı da gizliden gizliye arkadaşlık ederdik.
Etki tepki meselesi bu ya, nüfusun çoğunluğunu oluşturan genellikle fakir ailelerin çocukları da inadına türkü ya da arabesk söyler ya da dinlerdi. Türk sanat müziğine pek de aykırı düşmezlerdi ama gitarın geçtiği her yer onlar için yabancı özentilerinin olduğu yerdi. Onlar da bu çocukları ve gençleri aralarına almak istemezler ve ZÜPPE ya da LÜMPEN olarak nitelendirirdi. Şimdiki deyişle varoşlarda yaşayan gençler, o zamanların en büyük modası olan ve varlıklı aile çocukları tarafından ve onların arasına karışmaya çalışan varoşlu bazı gençler tarafından düzenlenen GENÇLİK ÇAYLARINI basarlar ve büyük mahalle kavgaları çıkardı.
Bu ayrılıklar sadece müzik alanında olmazdı şüphesiz. Eğitimde de böyleydi. Emperyalizmin sistematiği gereği açılmaya başlanan Kolejlere giderdi zengin ailelerin çocukları. Diğer çocuklar da Devlet okullarına. O zaman dershane kültürü henüz oluşmadığından özel hocalar tutulur ya da mahalledeki çalışkan ağabeylerden özel dersler alınırdı zengin kolejli çocuklara. Halk kütüphaneleri ise diğer çocuklar içindi. Gerçekten okumak isteyen ve içinde bulunduğu durumdan kurtularak kendisine ve ailesine sınıf atlatmak isteyen zeki ve çalışkan çocuklarla dolup taşardı kütüphaneler. O zamanki kütüphaneler de gerçekten kütüphaneydi. Her türlü kitabı bulurdunuz, ders kitapları ve ansiklopedilerden dünya klasiklerine kadar. Bulunamayan kitaplar ise arkadaşlar arasında para toplanıp alınır ve sırayla okunurdu ve sonra da kütüphaneye hediye edilirdi.
Nereden nereye geldim ben de şaşırdım. Ama bunlar hep yaşanmışlıklardır sevgili dostlarım. Benim yaşımdakiler çok iyi anlayacaklardır eminim. Ama şimdi Z kuşağı olarak nitelendirdiğimiz genç kuşak anlamayabilir diye de düşünmüyorum. Zira tanımaya ve anlamaya çalıştığım bu kuşak aslında çok farklı görünse de araştıran ve sorgulayan bir kuşak. Eminim ki onlar da eğer okurlarsa beni anlayacaklardır.
Sevgiyle kalın.