Görünür olanın gerçekliği
Hayat, insanı zaman zaman yalnızlaştıran ama aynı zamanda fark ettiren bir öğretmendir. Bazı günler olur; en çok ihtiyacın olduğunda bir sessizlik çöker çevrene. Telefonlar susar, mesajlar gelmez. Oysa normalde kalabalık sanırsın hayatını. Birlikte gülmüş, yol yürümüş, sır paylaşmışsındır. Ama işte… Zor zamanlar insanın etrafındaki gerçekleri su yüzüne çıkarır.
Yanında sandıkların birer birer eksilirken, aslında hiçbir zaman orada tam anlamıyla olmadıklarını fark edersin. Çünkü onlar, sadece kendi ihtiyaçlarına denk geldiği sürece seninleydiler. Bir şey istediklerinde, bir şey arzuladıklarında… Ama sen, sadece kendin olmakla yetinirken, onların gözünde görünmez oluverdin. Çünkü sen artık onlara bir şey kazandırmıyorsundur.
İnsan ilişkilerinde en kırıcı olan şey, yok sayılmak değildir. Görülüyor gibi yapılıp aslında hiç hissedilmemektir. Birilerinin hayatında sadece “işe yarayan” konumundaysan, seni değil, onlara sunduğun faydayı seviyorlardır. Onların sana dostluğu, sadakati ya da sevgisi senin kişiliğine değil, rollerine dairdir.
Ve sen bu rolleri bıraktığında — dinleyici olmayı, omuz vermeyi, destek olmayı — gerçek yüzler ortaya çıkar. Çünkü bazı insanlar sadece onların hikâyesinde bir yan karakter olduğun sürece seni sever. Sen kendi hikâyenin başrolü olmaya karar verdiğinde, çekip giderler. Sessizce, sorgusuz, bazen de suçlayarak.
Bu yazı bir sitem değil aslında; bir fark ediş. Yalnızlığın içinde bir büyüme, bir aydınlanma. Çünkü insan bazen gerçekten yalnız kaldığında öğrenir: Kimin sesi seni gerçekten duyuyordu, kimin eli tutmak için uzanıyordu, kimin gülüşü gerçekten içtendi?
Ve sonra… Kalabalıktan sıyrılmış o sessizlikte, kendi sesini duymaya başlarsın. Kendi adımlarının yankısı, kendi nefesinin gücü sana yeter. Bu farkındalıkla, artık yanına kimleri alacağını, kimlere mesafe koyacağını bilirsin. Çünkü artık bilirsin:
Yanında gibi duranlar, aslında sadece kendi gölgeleriyle meşguldü.
Ve kimse gerçekten orada değildi; sadece görünmek istedikleri zaman uğradılar.