Dolar 34,5557
Euro 36,4648
Altın 2.962,44
BİST 9.144,08
Adana Adıyaman Afyon Ağrı Aksaray Amasya Ankara Antalya Ardahan Artvin Aydın Balıkesir Bartın Batman Bayburt Bilecik Bingöl Bitlis Bolu Burdur Bursa Çanakkale Çankırı Çorum Denizli Diyarbakır Düzce Edirne Elazığ Erzincan Erzurum Eskişehir Gaziantep Giresun Gümüşhane Hakkari Hatay Iğdır Isparta İstanbul İzmir K.Maraş Karabük Karaman Kars Kastamonu Kayseri Kırıkkale Kırklareli Kırşehir Kilis Kocaeli Konya Kütahya Malatya Manisa Mardin Mersin Muğla Muş Nevşehir Niğde Ordu Osmaniye Rize Sakarya Samsun Siirt Sinop Sivas Şanlıurfa Şırnak Tekirdağ Tokat Trabzon Tunceli Uşak Van Yalova Yozgat Zonguldak
Bursa 21°C
Az Bulutlu
Bursa
21°C
Az Bulutlu
Cum 18°C
Cts 6°C
Paz 7°C
Pts 9°C

Göğü Delen Adam

19 Nisan 2024 10:38 | Son Güncellenme: 19 Nisan 2024 11:06
215
A+
A-

Sevgili Okuyucu,

Şöyle bir düşündüm de, belki seninle aynı yolda yürüyor, aynı kafede oturuyor, hatta belki trafikte birbirimize kızıp korna çalıyoruzdur. Bilmediğimiz bir şekilde, zaman ve mekân bizi bir araya getirmiştir. Gel gör ki, ne sen beni tanırsın ne ben seni. Öylece geçip gideriz, birbirimizi fark etmeden.

Yalnız, bu tanımama hadisesi, ikimizin de PAPALAGİ olduğumuzu düşünürsek, pek gerçekçi değil. “Papalagi nedir” diyeceksin şimdi. Zaten, amacım sana onu yani bizi anlatmak. Böylece, hiç tanışmadığımız halde birbirimizi nasıl iyi tanıdığımızı anlayacaksınız.

Papalagi: Samoa’da Tuiavii adında bir yerlinin gözünden ‘beyazlar’ , literal anlamda ise ‘göğü delen’ demek. Kabile şefi Tuiavii, güneydenizi yerlisidir. Yaşadığı bölgede misyoner okulunda öğrenciyken, Avrupa’yı tanımak ister ve yıllar sonra bu isteği gerçekleşir. Bütün kıtayı dolaşan ‘halkları seyretme grubu’na katılır. Ülkeleri gezerek onların kültürleriyle ilgili bilgiler edinir. Malumunuz, bir yerlinin kendi topraklarındaki yaşama biçimi ile dışarı dünyanın hayat tarzı arasında uçurumlar vardır. İşte Tuiavii, gözlemlediği bu uçurumları, çocukça ve naif bir dille not alır. Yazar Erich Scheurmann ise, kendimize ötekinin gözünden bakmamızı sağlamak amacıyla, onun notlarını çevirip yayımlatır.

Erich Scheurmann, yerli Tuiavii’yle son kez bir araya geldiğinde, onun şöyle dediğini yazıyor: “Bize ışığı getireceğinize inandırmıştınız, oysa sizin niyetiniz bizi de kendi karanlığınıza çekmekti.”

Kimdir Papalagi, nasıl bir şeydir, ben değil, Tuiavii açıklasın. Aşağıdaki satırlar 1920 yılına ait, dolayısıyla o günün Avrupa’sını gözünüzde canlandırarak okumanızı öneririm.

*“Et günahtır.” İşte böyle söyler Papalagi. Papalagi’nin işi gücü ha bire etini sıkıca örtmeye çalışmaktır. Bir kızı kendine eş olarak seçen delikanlı, aldanıp aldanmadığını hiçbir zaman bilemez. Çünkü, kızın bedenini önceden görme olanağı yoktur. Beyaz adam budala ve kördür. Gerçek mutluluğa karşı sağırdır ve bu utancını gizlemek için kat kat örtünmesi gerekir.

Memeleri, onları sanki cendereye almış gibi sıkan bir kılıf yüzünden sönükleşmiş ve artık süt veremez hale gelmiştir. Bu yüzden, anaların çoğu bebeklerine sütü cam bir boru yardımıyla verirler.

*Papalagi, tıpkı bir midye gibi sert bir kabuğun içinde oturur. Barınağı dikine duran taş bir sandığı andırır. Bu taş kabuğa yalnız tek bir yerden girilir çıkılır. Barınak, dik duvarlarla bölümlere ayrılmıştır. Papalagi bunlara ‘oda’ adını vermiştir. Her kutunun özel bir amacı vardır. En büyük ve aydınlık olanı konuk ağırlamaya yarar, bir diğeri de uyumaya. Papalagi yaşamını bu kutular arasında geçirir.

*Papalagi’nin cadde dediği bir yarık vardır. Bu yarıklarda gerçek bir gökyüzü bulmak çok zordur. Yarıklarda insanlar her yönden gelen çeşitli tehlikelerin tehdidi altındadır. Karşıdan karşıya geçerler, metal şeritler üstünde kayan büyük cam sandıklara binip kendilerini taşıtırlar.

Taş yarıklar, taş kutular, kalabalık, gürültü, kargaşa; ağaçtan ve gökyüzünün mavisinden, temiz havadan, bulutlardan yoksun, kapkara kumlar ve dumanlarla kaplı yerler Papalagi’nin ‘kent’ adını verdiği şeydir.

Papalagi, yarattığı bu taşla övünüyor mu? Yalnız yolunu şaşırmış, hastalıklı ve Tanrı’nın elini elinde hissetmeyen insanlar bu taştan yarıklar arasında mutlu olabilirler. Papalagi’nin sözde mutluluğu kendinin olsun.

*Beyaz adamın gerçek tanrısı, kendisinin ‘para’ adını taktığı yuvarlak metal ve ağır kâğıttan başka bir şey değildir. Geceleyin kimse almasın diye yastıklarının altında saklarlar. Her gün, her saat, her an onu düşünürler. Beyazların ülkesinde, güneşin doğuşundan batışına kadar parasız hiçbir şey yapamazsın. Beyazların dünyasında insanların ağırlığı yalnızca parayla ölçülür. Hastadır o, kaçıktır. Ruhunu yuvarlak, metal ve ağır kâğıda adamıştır.

*Papalagi nedense her şeyi kendisine göre bir hikmete, bir kurala bağlamaya can atar.

Papalagi, Tanrı’nın buyruklarına kulaklarını tıkayıp yerine kendi yasalarını getirdiği için Tanrı da onun ruhuna korkuyu yerleştirir. Ele geçirdiği şeylerin korkusudur bu. Papalagi’nin uykusu hiçbir zaman derinleşemez. Gündüz topladıkları, gece uçup gitmesin diye uyanık olması gerekir çünkü.

*Düşünceleri, duyularına düşman olan bir insandır o. İki parçaya bölünmüş bir insan. Mavi gökte kara bulut arar o. Ölü olmadıkları halde yaşamaz onlar. Kafası mermiyle doludur, hep atışa hazırdır. Yüreği, koca, sivri bir kancaya dönüşmüştür Papalagi’nin, yalnızca kavga etmeye yarayan bir kanca.

Yüreği, sevgisi, Tanrı’nın önünde eğilmez; yalnızca şeylerin, yuvarlak metal ve ağır kâğıdın, zevk düşüncesinin ve makinenin önünde eğilir. Nihayet itiraf etti Papalagi, içinde Tanrı olmadığını.

İşte, sevgili okuyucu, sen ve ben aynıyız. Papalagi’yiz. Deldiğimiz göğün adamlarıyız. Aidiyetimizi metalaştırma yoluyla gerçekleştirdiğini sanan insancıklarız. Henüz, insan olabilmeyi beceremedik.

Bu arada, yazının sonuna doğru sana birkaç bilgi kırıntısı vereyim.

Antropoloji, batılıların diğer toplumları incelemek için icat ettiği bir bilim. Sosyoloji ise, batılıların kendilerini incelemek için oluştu. Aradaki nüansı ıskalamayalım. İlk antrolpologlar, çevirmen kullanıyorlar. Kendi dillerini bilen yerli bir çevirmen. İkinci kuşak antropologlar ise buna karşı çıkıyorlar. Yerlilerle yaşayıp, onların dillerini öğrenmek gerektiğini savunuyorlar. Yazı fazla uzamasın diye bilgi bölümünü noktalıyorum.

Ve kıssadan hisse bölümüne geçiyorum. Ötekini tanımadan, anlamadan, kendimize ötekinin aynasından bakmadan sınırlarımızı keşfedemeyiz. Gerçek sandığımızın, ne kadar gerçek olduğunu sorguladığımızda, gerçeğe belki bir nebze yaklaşabiliriz.

Kültür, kendine kördür. Elleriyle yarattığı doğru ve yanlışlar arasında gelip giderken herhangi bir farkındalığa maruz kalması zorlaşır. Oysa, ötekiyle yani bizden olmayanla ilişki kurduğumuzda, tarih boyunca kültürün bize dayattığı bilincin dışına çıkarak kendimizi başka açılardan görmeye başlarız. Sokrates’in “Sorgulanmamış bir hayat, yaşanmaya değmez.” sözünü buraya monteleyebiliriz. Çünkü, sorgulamak için ötekine ihtiyacımız var. Bize sınırlarımızı gösterecek birilerine. Bizi eşikten atlatacak farklı görüşlere.

İnsan zihni, kendini korumaya yönelik çalıştığından, ilk etapta ‘farklı’ bulduğu, ‘’yabancıladığı’, ‘garipsediği’ kişi ve görüşleri bir kenara itecek ve onlardan kaçacaktır. Bu bir savunma mekanizmasıdır. Lütfen, konfor alanımızın dışına çıkma cesareti göstererek, kendi mahallemizden olmayan insanları ötekileştirmek yerine, öteki diye nitelendirdiğimiz o insanların gözünden kendimize bir bakalım. Goethe’nin dediği gibi ‘İnsan yaşamı boyunca kendi heykelini yontar.’

Günün sonunda nasıl bir heykele dönüşmek isteriz Papalagi kardeşim? Bir taklit mi yoksa özgün nitelikli, sahici bir sanat eseri mi? Olmak ya da olmamak! İşte bütün mesele bu.

YAZARIN EKLEMİŞ OLDUĞU YAZILAR
22 Nisan 2024 22:10
3 Nisan 2024 00:15
29 Nisan 2024 08:00
20 Kasım 2023 23:44
26 Nisan 2024 08:01
12 Mayıs 2024 23:40
YORUMLAR

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu yukarıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.