Göç
Direksiyon aniden sağa çekmeye başlayınca yavaşça frene basıp ağırladı ve aracı sağ çekip dörtlüleri yaktı ve söylenerek arabadan indi. “Böyle arabanın da yapanın da böyle şansın da …….” diye söylenerek arabaya tekrar bindi. İçini büyük bir öfke ve çaresizlik sarmıştı. Eşi Oya ve baldızı Şükran merakla bakıyorlardı. “Sağ arka lastik de gümlemiş” dedi. Stepne de yok. Ya çaresiz sabaha kadar arabada bekleyeceğiz ya da siz arabada kalacaksınız, ben de Ilgın’a kadar yürüyeceğim. Orada bir lastikçi bulup geleceğim.”
Saat daha gecenin yarısıydı. Sabaha çok vardı. Birazdan kızlar uyanır ve sabaha kadar arabada durmazlar, huysuzluk yaparlardı. Ne de olsa küçük çocuklardı. En büyükleri ilkokulu yeni bitirmişti. Ortanca ilkokula Bursa’ya gidince başlayacaktı. Küçük kız ise daha üç yaşında. Arabanın arkasında teyzelerinin yanında kimi oturduğu yerde kimi de başını teyzesinin kucağına koymuş uyuyorlardı. Sessiz sessiz konuşup çocukları uyandırmamaya gayret ediyorlardı. “En iyisi ben Ilgın’a gidip bir lastikçi bulayım” dedi. Sanırım 10-15 kilometre var. 20 km. tabelasını okuyalı bayağı oldu.” Çaresizliğin hepsi farkındaydı, kabullenmek zorunda kaldılar. Koltuğun altına koyduğu silahı çıkardı, emniyeti açıp mermiyi ağzına verdi. Torpidonun üzerine koydu, “ sen benim yerime geç, Şükran da senin yerine geçsin kapıları kilitleyin, Benim ya da polisin dışında kim gelirse gelsin sakın kapıyı açmayın. Zorla açmaya çalışan olursa silahı doğrult ve tetiği çek.” dedi. Gerekli yer değiştirmeler sessizce yapıldı ve arabanın ışığında bir sopa aradıysa da bulamadı. “Arabanın farlarını söndürdü, ama motoru stop ettirmedi. “Depo dolu, çalışsın, çocuklar üşümesin” diyerek başladı Ilgın’a doğru öfke ve çaresizlik içinde yürümeye.
Yola çıktıklarından beri hep içinde bir sıkıntı vardı. Adana’da ev eşyaları nakliyeci firma tarafından yüklenmiş ve eşyalar yola çıkmıştı. “Abi, biz önce yemek yiyeceğiz, sonra yola çıkacağız. Yarın akşama Bursa’da oluruz, öbür gün sabah da eşyaları yeni eve indiririz.” demişti şoför. Bu nedenle hiç de acele etmeden yola çıktılar. Sağ olsun küçük baldız Şükran hiçbir zaman yardımını esirgememişti. Evin taşınmasında ve yeni evin yerleşmesinde yardımcı olmak içe o da birlikte geliyordu. Toroslarda Tekir yaylasında anacağını görüp, helalleşip yola devam edeceklerdi. Toros dağları anlatılamayacak kadar önemliydi. Nedenini hiçbir zaman bilememişti, ama ne zaman Toros dağları aklına gelse içini tuhaf bir duygu kaplar, kah hüzünlenir kah mutluluktan uçacak gibi olurdu. Hele Toros dağlarına geldiğinde kabına sığamazdı. Anayla bebeğin göbek bağı gibiydi. Sanki Toros dağları yaşam bağıydı.
“Dünyanın en fedakar ve çileli annesinin yanında iki saat kadar kaldılar. Torunlarını şımartmak için her şeyi yapan annesine veda vakti geldiğinde “ağlamayacağım, dik duracağım” diye geçirdi içinden ve de öyle oldu. “Ah be kara gözlüm ne işin var oralarda” demek üzeriydi annesi, anladı, sarıldı sus dercesine ve elini yüzünü öptükten sonra yola devam ettiler. Dikiz aynasından baktığında elindeki bir tas suyu arkalarından döktüğünü gördü. Dökülen su değil de içine akıttığı gözyaşlarıydı aslında anasının. Hep dik durmuş ve dik durmayı öğretmişti çocuklarına. Hayatını tamamen çocuklarına adamış, yeryüzünün en iyi anasıydı. Ağabeyini de kız kardeşini de çok severdi. Ama ağabeyi annesinin her şeyiydi. Evinin direğiydi. Geçirmiş olduğu hastalıklar, zor yaşaması nedeniyle tüm çocuklarından daha fazla korunaklı kılmıştı kendisini. Lanet sigarasından bir duman daha çekti ve Müslüm’ün bir kasedini koyup içinden ağlamaya başladı. Ulukışla’yı geçip Konya yol çatına dönüp de Ereğli yoluna kadar yaklaşık iki saat hiç konuşmadılar. Çocukların o sevimli ve gürültülü halleri oyalıyordu hepsini.
Birden araç sağa doğru çekmeye başladı, hemen durup indi. Sol arka lastik patlamıştı. Eşinin ve baldızının yardımıyla bagaj tamamen boşaltılıp stepne çıkarıldı ve lastiği değiştirip yola devam ettiler. Bursa’ya kadar idare edebileceğini düşündü. Zira akşamın karanlığı çökmeye başlamıştı. Konya girişinde benzin alırken lastiği de tamir ettirmek istedi. Ancak, hemen duramadığı için lastik tamir edilemez durumdaydı. Yenisini Bursa’da almaya karar verdi. Çünkü gece vakti lastikçi bulmak zordu.
Bir araç dahi geçmemişti ve hızla yürümeye devam ediyordu. Ayakları Ilgın’a doğru gidiyor ama aklı arabadaydı. Aklına kötü bir şey getirmemeye çalışıyordu. “Kötü düşünceler kötüyü getirir, iyi düşün ki iyilik olsun” diye kendi kendini avutuyordu. Böyle talihsizlik de gerçekten görülür bir şey değildi. Arabayı alalı daha bir hafta olmuştu. Şirket makam aracı olarak aldırmıştı. Sıfır kilometre bir aracın iki lastiğinin aynı günde patlaması gerçekten büyük bir talihsizlikti.
Bu arada Ilgın’ın ışıkları belirginleşmeye başladı, biraz daha gayretlendi, adımlarını sıklaştırdı. Nihayet, bir benzinlik gördü ve benzincinin arabasıyla Ilgın’a gidildi. Benzincinin tanıdığı bir lastikçi evinden alınıp iki lastik alındı ve hemen arabasına doğru yola çıktılar.
Arabasının yanına geldiğinde önce arabadan inip eşinin kendisini görmesini sağladı ve eşi, ağlayarak “çok şükür” dedi. Bozkır’ın temiz kalpli insanlarının yardımıyla lastik değiştirildi. “İşte, Anadolu insanı bu” dedi içinden. Herhangi bir para da kabul etmediler lastik ve jant parasının dışında.
Çocuklar için unutulmayacak kadar önemli eğlenceli bir macera olmuştu. Çocuklar uyanmışlar ve bazen mızmızlanıp bazen da uslu durmuşlardı. “Baba, çok korktum ama kardeşlerime hiç belli etmedim” dedi büyük kızı. Ortanca her zamanki sessizliğiyle onayladı ablasını. Küçük de” ben de koykmadım” diye konuya daldı. Birlikte gülüştüler ve korkmakla ilgili koyu bir sohbete koyuldular kendi aralarında.
Yaşadığı bu son üç saat ömründen ömür almıştı adeta. Bir kez daha Müslüm’ü koydu ve derin düşünceler içinde yola koyuldular. Müslüm’ün ne söylediğinin farkında bile değildi ama kendisi içinden “Şu uzun gecenin gecesi olsam, sılada bir evin bacası olsam ”ı söylüyordu.