Gidiyorsan Kalmayacaksın
Kapıdan çıkarken söylenen son sözler çok önemli bence…
Sözel bir yolluk onlar.
Kendinle de ilgilenmeyi unutma, her şeye bu kadar takılma, sağlığına önem vermelisin, her şey yoluna girer…
Genelde ben de danışanlarıma giderken yolluk veriyorum.
Bir sürü şey konuşuyoruz ama o görüşmenin son anında vedalaşırken insanın ağzından tüm o süreyi özetleyen ya da en çok ihtiyacı olan o cümle çıkıveriyor.
Oldukça endişeli olan bir çiftim vardı. Aynı zamanda da ebeveynler.
Hatta galiba sadece ebeveynler.
Çocuklarına iyi anne baba olma konusunda ciddi bir performans gösteriyorlar. Kendilerinin alamadıklarını düşündükleri her şeyi ona vermek önemli onlar için.
Zor iş.
Alamadığımız şeyleri öğrenip başkasına verebilir miyiz acaba?
Çabasızca olamadığı kesin.
Endişeyle, kararsızlıkla, düşe kalka, kendimizden ödün vererek oluyor muhtemelen.
Bana geliş sebepleri çocukları ama ben başka bir şey gördüm.
“Kadın ve erkek” değiller artık.
O çocuğunun babası, diğeri de onun çocuğunun annesi.
Hatta birbirlerinden bahsederken de annesi, babası diye bahsediyorlar. Kadın danışanım bir üst seviyede “Babamız” diyor hatta.
Babanız mı?
Çocuğunun ve kendisinin babası olduğunu iddia ettiği adam, kadının kocası aslında. Neyse ki ben fark ettim ve dedim ki ‘O sizin babanız değil!’
Güldüler.
Artık onların isimleri yok galiba; hatta belki de ilişkileri de yok.
Ayşe Ali’yi seviyordu ya hikâyelerinin ennnn başında. Şimdi yok.
Onlara birlikte zaman geçirmelerini önerdim. Sadece ikisinin. (Ayşe ve Ali flört etsin di mi?)
Eyvahhhh! Nasıl olur? O çocuk onlarsız hatta annesi olmadan olmaz. Babamızın hoşuna gitti. (Ali, Ayşe’yi seviyorrr.) Ama annemiz… (Ayşe Ali’ye sinirlendi.)
“Çocuklarımız çok önemli. Ama unutmayın onlar yokken bu ailede siz ve eşiniz/sevgiliniz vardı. Bu ailenin temel öğelerinin sapasağlam durması çok önemli öyle değil mi? Bu nedenle güvendiğiniz insanlar varsa çocuklarınızı kısa sürelerle onlara teslim edip baş başa zaman geçirmenizi öneriyorum” dedim. (Ayşe Müzeyyen’e de hatırı sayılır düzeyde sinir oldu.)
Yok. Olmadı ikna edemedik. Babamız ve ben ikna edemedik. (Ayşe yalnız hissediyor.)
Dedi ki “Zaten gitsem de aklım çocuğumda kalır.” (Ali Ayşe’ye suni teneffüs yapıyor…)
İşte en kötüsü de buydu. Kötü cevap.
Haklı, gitse de gidemeyecek anlaşılan.
Gidiyorsa gitmeli insan, burada kalmamalı. Ya da kalıyorsa da aklı gitmemeli.
Anı yaşayamadıktan sonra bu onlara iyi gelmez gerçekten. Ben de vazgeçtim.
(Ali çabalıyor. Olmadı. ————–)
(Ayşe’yi kaybettik. Başımız sağ olsun.)
Halbuki o evin içinde çok sevdiğimiz çocuğumuzdan başka iki kalp, iki can daha var.
Çocuğunuzu sizin kadar seven, eve geldiğinde, ona da koşmanı bekleyen. Sevgililik zamanlarına dönmek isteyen.
Çıkarken onlara yolluk olarak da “Yaşamayı seven, kendini seven, sevgilisini seven, arkadaşlarını seven, çocuğunu da daha güzel sever gibi geldi bana, siz yine de bir düşünün” dedim. Korkmadım yani lafımı da söyledim. (Ali Ayşe’ye yavru kedicik bakışı atıyor )
Hikayenin sonunda başarılı bir son beklediniz mi?
Keşke başarılı olduğum ve “Aşk Yeniden” şarkısını kulağımızda çaldıran bir öykü yazabilseydim. Ama negatif.
Şimdi düşündüm de bu haftaki yazımda kendi kendimi harcamışım.
Müzeyyen Çuhadar
Psikolojik Danışman
Kasımova Psikoloji Merkezi
psikolojikdanışman_mcuhadar