Cumartesi Sendromu
Evet sevgili dostlar, yanlış okumadınız, Pazartesi değil, Cumartesi Sendromu. Bugün çok sevdiğim ve çok değer verdiğim bir dostumla geçmişten bahsederken sigorta sektörüne beni sokan ilk müdürüm merhum Nejat Koray’ı minnet ve sevgiyle andım. Askerden yeni gelmiş ve hayatı genç yaşına rağmen çalkantılarla dolu bir gençken o günlerde pek de iyi bilinmeyen sigorta sektöründeki ilk aylarımdı. Dedim ya çok çalkantılı bir yaşam sürmekteydim ve gündüz büyük bir ciddiyetle çalışıp akşam neredeyse sabahın ilk ışıklarına kadar şimdiki gençlerin tabiriyle alemlere akardım. Gerçi o günlerin alemleri Adana’nın meşhur pavyonlarından başka bir şey değildi. Tabidir ki her gecenin uykusuzluğu sabah kıpkırmızı bir çift göz ve uyanmak için peş peşe beş altı kahve. Her ne kadar işimi aksatmasam da ofisteki amirlerim ve diğer mesai arkadaşlarımın açık ve kapalı eleştirilerine yol açıyordu bu durum. Hatta aldığım bu tepkilerden dolayı işten ayrılmayı dahi düşünmedim değil. Ancak, o güne kadar tanıdığım en kibar ve anlayışlı ve babacan müdürüme ayıp olur diye işi bırakamıyordum.
Yine öyle kıpkırmızı gözlerle çalışmaya çalışırken müdürüm beni çağırdı odasına. “Ohh” dedim, “nihayet kovulacağım”. Girdim içeri, oturmamı söyledi. Anlaşıldı, kibar bir nutuk ve güle güle diyecekti. “Bak yavrum” dedi. “Gençsin ve de Adanalısın”. O İstanbul beyefendisi her zamanki nezaketiyle devam etti. “Belli ki geceleri geç yatıyor ve uykusuz kalıyorsun. Gerçi işini aksatmıyorsun ama senin bu durumuna çok üzülüyorum. Gel seninle bir anlaşma yapalım, bundan sonra işe uykusuz gelme. Uykunu al, uyanınca gel. Saat kaç olursa olsun, önemli değil. Çünkü işlerini aksatmayacağını biliyorum. Elindeki işler ne zaman biterse o zaman çıkarsın”. Cevap vermeme dahi fırsat vermeden “hadi şimdi işinin başına” deyip beni gönderdi.
Ertesi gün saat 11.00’de uyandım ve saat 12.00’de işe gittim. Müdürüm hariç herkesin suratı bir karış. Akşam da saat 10.00’da çıktım. Bu bir hafta kadar böyle sürdü. Sonra yavaş yavaş utanmaya başladım ve gece hayatımı sadece hafta sonlarına indirdim. Böylece hafta içi uykusuzluklar bitmiş ve herkes gibi sabah 09,,00’da işe gitmeye başlamıştım. Hayatımdaki ilk yöneticilik dersini böylece almış oldum. Işıklar içinde uyusun.
Yıllar sonra sektördeki ikinci müdürüm sevgili ağabeyim merhum Cezmi Özdemir’le çok uzun yıllar çalıştım. Ondan da iş hayatında serinkanlı olmayı ve araştırmayı öğrendim. Yapım gereği çok çalışkan ve işkolik denilen bir tip olduğum için bazen müdürümle sohbetlerimizde “biraz daha az yor kendini” derdi. Ama yapı bu, pek kolay değişmiyor. Hızlı düşünebilme ve hızlı yapabilme sanırım Tanrı’mın bir hediyesiydi, bazen da bir laneti olabiliyordu. Yine bir gün sohbet sırasında “insanlar ikiye ayrılır” dedi, “işle mezar arasında boşluk bırakanlar veya işten mezara gidenler”. “Sanırım sen işten mezara gideceklerdensin” diye de takıldı. Işıklar içinde uyusun, kendisi işle mezar arasında fazla bir boşluk bırakamadı ve genç yaşta sonsuzluğa gitti ilk müdürüm gibi. Sigortacılıkta çok şey borçlu olduğum saygıdeğer müdürlerimi tekrar minnetle yad ediyorum. Gelelim şimdi başlıktaki konuya, neden Cumartesi sendromu?
Adam tam elli yıl tabakhanede çalışmış ve emekli olmuş. Gönlüne göre gezmeye başlamış ve hayatında hiç gitmediği parfümcüler çarşısına gidip bir parfüm almak istemiş. Ancak, çarşıya girdikten birkaç dakika sonra parfüm kokularından fenalaşıp bayılmış. Zira alışmamış vücutta pantolon durmaz misali elli yıl boyunca tabakhane kokusundan sonra parfüm kokusu ağır gelmiş. Bana da öyle sanırım. Çocukluktan bu yana neredeyse hiç tatil yapmadan biteviye çalışınca insana hafta sonları zulüm gibi geliyor. Boş oturmak hiç fıtratımda olmadığından galiba Cumartesilerin gelmesini pek sevmiyorum. Zira sevgilimden ayrılmış bir halde koskoca iki günün geçmesini beklemek bayağı zor geliyor.
Bu nedenle herkesteki Pazartesi sendromu bende Cumartesi Sendromu’na dönüşüyor. Neyse ki, artık sizler varsınız hayatımda. Hiç olmazsa bilgisayarın başında yazmaya çalışıyorum.
Mutlu hafta sonları.
Kişiliği ile herzaman örnek
Bey efendi bir insan olan sevgili sinan abimin bu güzel yorumunu keyifle okudum
Eminim o dolu insanın yazacakları kendi köşesine “kolik” seviyesinde alışacağız
Merakla bir sonraki haftayı bekliyorum