Bursa siyasetinde Kudüs Sendromu
Kudüs Sendromu ilk kez 1930’lu yıllarda psikiyatrist Heinz Herman tarafından ortaya konulan psikolojik bir rahatsızlık.
Kudüs’e giden bazı turistlerde şehrin ambiyansından ya da o şehre yükledikleri anlamdan dolayı dini halüsinasyonlar ve takıntılar geliştiriyor bu sendrom.
Bahsi geçen turistin ruhsal durumu şehre gelmeden önce tamamen sağlıklı ya da sağlıksız da olabilir.
Elinde asayla Kızıldeniz’i ikiye ayırmaya çalışan da var, mesih olduğunu, İsa peygamber olduğunu da, Bakire Meryem olduğunu söyleyen de var aralarında.
Her yıl ortalama 2 milyon ziyaretçisi bulunan Kudüs’te bu sendroma yakalanan turist oranı % 2 olarak belirtiliyor resmi kaynaklarda.
Kudüs’teki rakamlara boğulmadan kendi mıntıkamıza dönelim isterim.
Yeşili sadece eski grenli fotoğraflarda kalmış, müteahhit cenneti, inşaat mühendisi bir arkadaşımın deyimiyle devasa şantiye Bursa’ya…
Siyasi görüşümü bilen bilir. Kişilerdense yapılanlara, verilen sözlerin tutulup tutulmadığına bakmak en büyük adetim.
Son günlerde öğretmen adayları atanamamaktan, gençler kendi işini yapamamaktan, vatandaş da kurumuş boğazının derdindeyken gündem aldı başını yürüdü başka konularda.
Başı çeken de kuşkusuz bitse de bitirilmemesi için her türlü gayretin gösterildiği Büyükşehir Belediye seçimi.
Bursa Büyükşehir Belediyesinde de Kudüs Sendromuna benzer bir sendrom yaşanıyor belli ki.
Belediye binasına adımını atan da oradan çıkan da o mavi logonun altında kendini efsunlanmış, büyülenmiş hissediyor.
Orada her şey bir anda bulanıklaşıyor ve tek netlik aynada gördüğü kişi oluyor insanın kendisi.
Ancak insan unutuyor, ayna karşısında sağa ya da sola olduğu fark etmeden attığınız bir adım dahi sizi çerçevenin dışına çıkarıp gördüğünüz o tek netliğin de ortadan kalkmasına neden olur. Ve zihninizde sadece daha önce bulanık sandığınız o görüntü ile tek başınıza kalırsınız.
Aynadaki görüntünüze ne kadar yakınsanız çerçeveden çıkmanız da o kadar hızlı olur.
Elbette çerçeveden çıktığınızda orada aynı sizin gibi kendini görmek isteyenlerin olması pek tabii.
O yüzden bu metamorfik aynalara bakarken sadece kendimize değil ardımızdakine, bulanık sandığımız o arka plana da bakmalıyız.
Karşılıklı atılan basın açıklaması oklarının rüzgarı delen sesi kafamızın üzerinde uçuşmaya devam ederken, öğretmenler atama beklemeye, kadınlar şiddet görmeye, vatandaşın boğazı açlıktan kurumaya devam ediyor.
Yeni binalar güneşimize gölge ediyor, ağaçlarımız kimliği az çok belli kişiler tarafından kesilmeye devam ediyor.
Maalesef ki bu kentin sırtına bindirilen yük her geçen gün artıyor. Belli ki 4 yıl hiç de yeterli bir süre olmayacak.
Bursa’nın bu kişiselleştirilen polemiklerle kaybedecek bir dakikası bile yok.
Öyleyse son sözü müziğin Minik Serçe’sine bırakalım.
Tıpkı onun da dediği gibi:
“Masum değiliz hiçbirimiz.”