Boşluktan Boşluğa Giderken
Yazılıp bozulan hayatlar: kaç kere planlar yaptık kaç kere o planları karaladık. Kaç kere cesurduk kaç kere değildik. Kaçımız hayallerimize sahip çıkıp kaderimizi kendi ellerimizle yazabilme ve bu plandan hiç dönmememe cesareti gösterdik. Yazıyoruz ve bozuyoruz, karalayıp bir kenara atıyoruz. Silip silip baştan yazıyoruz. Peki biz ne yapıyoruz! Derdimiz yok olmaksa eğer evet yaz çiz boz. Hayat bir yapboz tahtasından ibaret; bazılarımıza göre ve yazıp çizip sonrasında karaladığımız bir tahta. Her seferinde baştan başlıyoruz, her defasında sil baştan, düş kalk ve yeniden başla. Sendeliyoruz, topallıyoruz ama yine yeni yeniden baştan yazıyoruz.
Bu hikaye bitmeyecek bir öykü, bir kurgu, geceleri düşlediğin ve sabah kalkıp oynadığın bir kurgu. Var mıyız yok muyuz bundan bile bir haberiz. Bazen kendimi cimcikliyorum varsın demek için. Varım demek ne büyük bir söz, ne için var olduğunu bilmeyene ! Ozaman yokum de gitsin, ben bu oyunda yokum! Ohh ne ala memleket, yoksun işte. Zamanın hatırlayamadığı, mekanın öneminin olmadığı bir boyuttan sesleniyorum size; var mısınız, yok musunuz. Ya da var olmayı mı yok olmayı mı istiyorsunuz? Sesinizi kaydediyorsunuz ve hemen silebiliyorsunuz aslında yoksunuz. Tek tuşla silebildiğiniz ama birçok tuşa basarak yazdığınız bir dilimde yaşıyorsunuz. Aslında yoksunuz bunu da biliyorsunuz ya! Tek tuşa bassam bütün yazdıklarım silinecek: sanki hiç düşünmememişim, sanki hiç yazmamışım ve sanki hiç var olmamışım gibi. Nasıl bir zamandayız bilmiyorum arkadaşlar: aslında ne şarkılar gerçek, ne şiiirler; ne de bu yazdıklarım. Gerçek olan ne diye sorduğunuz da ise, bulamayacak kıvamdayım! Gerçek olan ne, git gide çürüyen bedenim, parıltısını yitiren gözlerim mi gerçek!. Gerçek olan ne ! Bu dünya ya neyimi bırakabilceğim, toprağa karışan bedenimi mi, yazdıklarımı mı.
Göz ucuyla okunan az çok ciddiye alınan yazılarımı mı. Neyi bırakacağım bu dünya da. Ben öleyim diye bekleyen sesler bana daha gerçek gibi geliyor: hasetler, fesatlar ruhumdan bir nebze anlamayan dostlar. Gerçeklik nasıl da ağır nasıl da yük omzumda. Bir tuşla silinebilecek bir zaman diliminde, boşluktan gelip boşluğa giderken, gerçek sandığımız bir zaman çizelgesi üzerinde ağır aksak, sendeleyerek yürürken ve gitgide daha sakar adımlarla yalpalarken: kızımın sesi uyandırıyor bir cümlesiyle: ‘ Anne ben bilinmeden ölmek istemiyorum.’ 10 yaşındaki bir çocuktan beklenmeyecek olgunlukta ve farkındalıkta, sahteliklere kafa tutabilen; cesur bir cümle. Tekrar ediyor kalbimde: ‘anne ben bilinmeden ölmek istemiyorum.’ Ağlıyor omzumda: kendini var edebileceği bir sistemin olmadığını içten içe fısıldıyor yüreği, nekadar acı: nekadar gerçek, nekadar dürüst ve samimi. Kız çocuklarının yüksek farkındalıkları beni benden alıyor ve hayran hayran bakıyorum gözlerine: ‘ bu sözü söyleyen dudaklar var ya; daha ne istiyorsun diyorum. Evren seni duyuyor, yankılanıyor mağrada sesin ve herkese yani tüm yaradılışa çarpıyor, yer gök inliyor bu söz ile. Tüm varoluşu harekete geçiriyor bir söz ve küçücük bir kızın isyanı. Var mıyız, Yok muyuz? Sözler var gerçek gerçek çınlayan sözler ve iniltiler var; dünyanın bir yerlerinde bağıran kız çocukları var. O sesleri duyabiliyorum, duyamadıklarım ise kalbime ağır yük olacaklar, oradaki şalter kapalı, içimin kaldıramayacakları, belki de son zamanlarda gündem olan Narin in çığlıkları. Gerçek olanlar bunlar iken ben sahte bir gerçeklikte ve kendi kurduğum bir hayal dünyasında yaşamaya, ya da yaşar gibi yapmaya devam ediyorum. Çoğunlukla yokum, kapımı çaldığınızda ben aslında evde yokum, sizi karşılayacak olan bedenim, ete kemiğe bürünmüş ben olmayan bir avatarım, size merhaba diyecektir.
Nasıl görmek istiyorsanız, nasıl duymak istiyorsanız o size merhaba diyecektir. İşte sizden yansıyan bir beden ve ruh ve hatta zihin olarak karşınızda durmaktayım. Ne yarattığınıza bir bakın! Evet hoşunuza gidiyorsa ne ala, eserinizi sergileyebilirsiniz, yok hoşunuza gitmiyorsa, tek tuşla ya da tek cümleyle silip yok sayabilirsiniz. Şimdi yokuz, yok olduk. Sırtımızda ne bir el ve artık ne de başımızı yaslayabileceğimiz bir omuz. Hadi buyrunuz; sofra hazır, yemekler müthiş, ne bulduysanız buyrun yiyiniz, hepsi sizin bunu siz istediniz, siz var etmekten çok yok etmeyi bildiniz. Hoşgeldiniz, başımla birlikte buyrun sofraya, yiyiniz ve daha çok yiyiniz, ne var ne yok yiyip bitiriniz, kalanları da ekmekle sıyırmayı unutmayınız çünkü biz artık bu sofarada değiliz. Sofra da benim sevdiğim hiçbir yemek yok kalmamış, çünkü siz hepsini yemişsiniz. Afiyet olsun!