Ben Ağlarken
Ben ağlarken yanaklarım ıslanmıyor artık. Göz pınarlarım mı kurudu yoksa ağlamayı mı unuttum. Ya da ağlarken gözyaşlarımı içime akıtmayı daha iyi beceriyorum galiba. Oldum olası sulu gözlü adamın tekiyim halbuki. Duygusal bir yapım olduğunu fark ettiğimde pek de yaşlı değildim. Bir aşk hikâyesini anlatan bir filmi izlerken de bir toplum yaralarını anlatan filmleri izlerken de hep ağlamaklı olurum ve hemen ağlayıveririm. Çocukken de böyleydim, hemen duygulanıverir, başlardım ağlamaya. Hüznümü ve neşemi pek saklayamazdım her çocuk gibi. Ama ne zaman ki sekiz yaşımda sokaklara çıktım ve ekmek parası kazanmak zorunda kaldım. O günden sonra ağlamamaya çok özen gösterdim. Ağlamak yaşadığım çevrede ve yaşadığım alemde zayıflıktı ve zayıfların da yeri yoktu.
Hani derler ya “Kan kustum, kızılcık şerbeti içtim”, tam da öyle oldu yaşam o günden sonra. Kavga ettim ağlamadım, dayak yedim ağlamadım, korktum yine ağlamadım. Ne zaman çok mutlu oldum (ki bunlar çok seyrek zamanlardı) o zaman ağladım gizli gizli. Pek tanımadığım, tanıma fırsatımın olmadığı ve hep yokluğunu hissettiğim babam öldüğünde (koca adamdım) hiç üzülmem sanırdım. O da ne hüngür hüngür ağlıyordum. Babam öldüğü için mi, kızgınlığımdan mı nedir hiç anlayamadım.
En çok nefret ettiğim iki söylemle büyüdüm; biri, “erkekler ağlamaz”, biri de “kız gibi gülme ulan”. Aptalca ve salakca söylenmiş sözlerdi bana göre. Niye erkekler ağlamasın ki, onların duyguları yok mu? Taştan mı yaratıldılar? Gülmek de sadece kadınlara özgü bir duygu mu? Dedim ya yaşadığım çevre ve alemin saçma sapan algılarıydı bunlar. Ne zaman bir gülen insan görsem hep gıpta ile bakarım. Ya da biri ağlıyorsa “ne mutlu ona, insanlığını yitirmemiş” diye düşünürüm. Yemek yemek, nefes almak gibi en doğal yaşam duygularıdır gülmek ve ağlamak.
Ancak, geçen zaman içinde yaşlandıkça ya da şimdilerin deyimiyle yaş aldıkça yılların dürtülemesinden mi yoksa alışkanlıktan mı ağlayamadığımı iyice fark etmeye başladım. Ne mutlu olduğumda gözyaşlarımla dışa vurabiliyorum ne de hüzünlendiğimde dökebiliyorum yaşlarımı. Zaman sessizce ağlamayı öğretmiş sanırım. Bir damla yaş dökmeden sessizce ama hüngür hüngür ağladığımı hissediyorum. Yüzüm biraz ekşi oluyormuş, biraz daha sertleşiyormuşum. İçime akıttığım yaşlar beni sanırım iyice yıpratmaya başladı.
Bununla birlikte çok daha çabuk öfkelendiğimi de fark etmeye başladım. Ama delikanlılık dönemlerinden tek fark, sabır denilen olgu da yüksek oranda gelişmiş tıpkı gözyaşlarımı içime atmak gibi. Bugün bunları düşünürken yanlış yaptığımı kabul ediyorum. İnsanoğlu mutluyken de hüzünlüyken de ağlamalı ve gözyaşlarını yanaklarından akıtmaktan utanmamalı. Eğer mutlu olabiliyorsa gülmekten de kaçınmamalı. Zira yaşamın vazgeçilemez en yalın ve gerçek dürtüleri ve duygularıdır bunlar.
Bir daha gülecek ve ağlayacak zamanınız olmayabilir, benden söylemesi.