Nereye Kadar?
Atasözlerinin ve halk deyişlerinin neredeyse tamamı binlerce deneyimden sonra ortaya çıkmış sözler olup, genellikle çok anlamlı ve doğrudur. Ancak, bazıları anlam itibariyle çok güzel olmakla birlikte pek de mantıklı sözler olmayabiliyor. Örneğin, “Bir eşek kırk yıl yük taşımaz” diye insanların aşırı çalışmalarının yanlış olduğunu anlatan hoş bir söz vardır. Anlamı doğru olmakla birlikte yanlış olan bir eşeğin ortalama ömrünün 25 ile 30 yıl arasında olmasıdır. Ancak, içerik olarak çok doğru bir söz olduğunu düşünüyorum son zamanlarda.
Yaklaşık 55 yılı aşkın bir süredir çalışıyorum. Son elli yıllık çalışma hayatımda iki kez tatil yapabildim. En uzunu 10 gündü ve bu tatil, dönüş yolunda çok ağır bir trafik kazasıyla noktalandı. 1986 yılında geçirdiğim bu kazadan sonra “alışmamış vücutta pantolon durmazmış” gibi de bir espri yaptım kendimce. Bunun dışında ömrümün büyük bölümü hep çalışmakla geçti. Kendime pek zaman ayıramadım. En son tatilim bir ay önceki dört günlük Adana seyahatiydi. Dönüşte geçirdiğim ameliyat da tatilimin devamı gibi oldu, Fakat bu ameliyat sonrası kendimi biraz dinleme ve tanıma fırsatını buldum. Bu nekahat döneminde baktım ki, gerek bedenim ve sinir sistemim gerekse ruhum çok yorulmuş. Ruhsal açıdan o kadar çok yorulmuşum ki sabahları işe gitmek bir azap haline dönüşmeye başlamış.
İşe gitmemi gerektirecek pek fazla unsurun da kalmadığını fark ettim. Beni cezbedecek herhangi bir cazibe merkezi de kalmamış. Para kazanmak çok ilgilendirmiyor artık, zira para hırsım da bitmiş. Mesleki açıdan doyum noktasına ulaştığım gibi her geçen gün mesleğimizle ilgili saçma sapan gelişmeler de yıldırmış ruhumu. Ameliyat sonrası sürekli bu fikirler içerisinde bocalayıp durdum. Ayrıca o kadar yorgun ve bedbinlik içinde çok sevdiğim yazılarım da aksatmaya başladım. Ki, klavyenin başına geçtiğimde günün tüm yorgunluğu gidiyor ve sanki yaşamım tazeleniyor. Bu mutluluğumun dahi zedelenmesi beni derin düşüncelere ve çok zor ama çok önemli kararlar vermeye sevk etti.
Bir de fark ettim ki ilk gençlik yıllarımda büyük bir bölümünü gezip gördüğüm güzelim ülkemi tekrar gezmem ve görmem gerekmekte. Bunu da çok özlemişim. Ayrıca bir müddet önceki yazılarımdan birinde de bahsettiğim gibi tekrar üniversite okumak istiyorum. Açık öğretim yerine örgün eğitimle hiç olmazsa iki yıllık bir yüksek okula gitmek ve mutlu bir öğrencilik dönemi yaşamak istiyorum. Yıllardır göremediğim akraba ve dostlarımı görmek, ömrümün kalan kısımlarını kendime ayırmak istiyorum. Daha ne kadar ömrüm kaldığını bilemem ama kalan kısmını özgürce ve kendimce yaşamak istediğime de karar verdim.
Kapadokya, Ihlara vadisi, Hacı Bektaş Veli, Mevlana, Karadeniz’in o güzelim yemyeşil yaylaları, Zigana’da sütlaç, Antakya’da künefe, Gaziantep’te Patlıcan kebap, Urfa’da çiğköfte ve sıra geceleri, Balıklı Göl, Adıyaman’da Nemrut’ta güneşin doğuşu, Adana’da kebap, Mersin’de Tantuni, Antalya’da lagos, Datça, Dalyan, Marmaris, Bodrum, Edirne’de yaprak ciğer ve daha tüm Türkiye.
İnsanlar iki türlü seçenekten bahsederlerdi hatırladığım kadarıyla, mezar ile iş arasında boşluk bırakmadan işten mezara ya da iş ile mezar arasında boşluk bırakıp işi bitirmeye. Önceleri birinci seçeneği beğenirdim ama şimdi ikinci seçenekte karar kıldım. Eğer Tanrı izin verirse iş ile mezar arasında bir boşluk bırakmak istiyorum. Çalış, çalış da nereye kadar? Ne iş biter ne de çalışma, ne elin işi biter ne de parası. Bu yüzden net kararımı verdim.
Bu yılın sonunda sahada çalışma hayatımı noktalıyorum. Bundan sonra kendime zaman ayırmak ve gönlümden geçenleri yapabildiğim kadarıyla yapmak istiyorum. Haftalardır süren içsel çatışmalarımı ve bu içsel çatışmalardan sonraki kararlarımı ailemle paylaştıktan sonra sizlerle de paylaşmak istedim sevgili dostlarım. Böylesi özel bir konuyla umarım sizleri rahatsız etmemişimdir.
Hakkımızda hayırlısının olması dileğiyle.