Git gidebilirsen
***
Eski Sinema filmlerinin pek çoğunda görmüşüzdür, birbirlerine kavuşamayacaklarını anlayan aşıklar son çare olarak “Alıp başımızı buralardan kaçıp gidelim, belki gideceğimiz yerde mutlu oluruz” ifadesini kullanırlardı.
Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi onlarda gönüllerindeki gitme isteğini bir türlü hayata geçirmeyen film kahramanları olarak yıllardır beyazperde de duruyorlar.Emeklilik günleri yaklaşan hemen her iş kolundaki vatandaşlarımıza “Emekli olunca ne yapacaksın, nereye yerleşeceksin?” sorusu geldiğinde artık kalıplaşmış bir hale gelen “Hele bir emekli olayım, bu kalabalık şehirden koşar adım uzaklaşacağım, şirin bir Ege kasabasına gideceğim, orada hayatımın kalan kısmını huzur içerisinde geçireceğim” cevabı gelir.
Bu hayalleri kuran vatandaşımız emekli maaşını eline aldığında o ikramiye ile bırakın herhangi bir Ege kasabasında küçük bir işyeri açmayı bulunduğu yerden oraya göçü bile taşımaya yetmeyeceğini anlayınca başlar dizlerini dövmeye.
Aşık Veysel ise bu durumu;
“Yeşil ördek gibi, daldım göllere
Sen düşürdün beni dilden dillere
Başım alıp gidem, gurbet ellere
Ne sen beni unut, ne de ben seni”
dizeleri ifade eder ancak onunda yaşadığı zaman zarfında gitmek istediği yere ulaşamadığını dolayısı kalbindeki bu engelleri de ruh dünyamızı okşayan türküler yazarak aşmaya çalıştığını biliyoruz.
Yaşadığımız dünyada belki çağın gereği olarak insanoğlu bir taraftan her gün biraz daha yalnızlaşırken bir taraftan da yalnızlıktan kurtulma adına müthiş bir gitme hastalığına yakalanıyor, gideceği yeri bilmeden, aradaki mesafeyi bilmeden, gittiği yerde mutlu olup olamayacağını bilmeden, bir anda bavulunu toplayıp bulunduğu yerden en uzağa gitmenin hesabını yapıyor.
Gitme konusu gençlik yıllarımızda bizimde aklımızı karıştırmıyor değildi, Hayatın daha kolay olduğu yıllarda işin doğrusu bizde yeni bir hayat kurma, yeni yerler keşfetme ya da herkesin özlemi olan üzerinde küçük bir evi olan şirin bir mekan açıp öğlen saatlerine kadar uyuduktan sonra küçük ve şık mekanımızda hazırlanan kahvaltı sonrası gece geç saatlere kadar iş yapmak iş yaparken de para kazanma derdi olmayan bir süreç düşünüyorduk.
Aradan yıllar geçti… Şartlar bize var olduğumuz bölgeden ayrılma imkanı vermedi, işin garip tarafı yıllar içerisinde bizde yaşadığımız bölgeye ve bölgenin şartlarına alışmaya o bölgenin ayrılmaz bir parçası olma yolunda çok hızlı adımlar attığımıza şahit olduk.
***
Şimdilerde gitmek denildiğinde tek amacımız, evin salonundaki büyük ekran televizyonun karşısındaki koltuğa ulaşabilmek… Geçen yılların bize verdiği olağanüstü yorgunluk ve yılgınlık ister istemez ‘gitmek’ ile olan düşünceleri de değişrirmiş oldu.
İnsanoğlunun doğduğu günden ölümüne kadar geçen süre içerisinde gitmek ya da gidebilmek ile ilgili yerlere nasıl ulaşacağını bilmeden “Alıp başımı gideceğim” demesi ve hayaller kurması bugüne ait bir eylem biçimi değil, bundan sonra da son bulacak gibi görünmüyor, gidenlerde var gitmek isteyipte bulunduğu yerden yüz metre ayrılamayan da.
Mesele; giderken var olan bagajları geride bırakmak, aksi takdirde nereye giderseniz gidin, kendinizi kandırmaktan başka hiçbir şey yapmayacaksınız.
***
Orhan Veli gönlündeki gitme isteğini “Gün Olur” isimli şiirinde
“Gün olur, alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda.
Şu ada senin, bu ada benim,
Yelkovan kuşlarının peşi sıra.
Dünyalar vardır, düşünemezsiniz;
Çiçekler gürültüyle açar;
Gürültüyle çıkar duman topraktan.
Hele martılar, hele martılar,
Her bir tüylerinde ayrı telaş!
Gün olur, başıma kadar mavi;
Gün olur başıma kadar güneş;
Gün olur, deli gibi…”
diye açığa çıkarır ancak yaşadığı zaman zarfında Orhan Veli’nin de istediği yere gidip gidemediği ile ilgili net ifadeler olmadığını bilemiyoruz.
***
Eski Sinema filmlerinin pek çoğunda görmüşüzdür, birbirlerine kavuşamayacaklarını anlayan aşıklar son çare olarak “Alıp başımızı buralardan kaçıp gidelim, belki gideceğimiz yerde mutlu oluruz” ifadesini kullanırlardı.
Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi onlarda gönüllerindeki gitme isteğini bir türlü hayata geçirmeyen film kahramanları olarak yıllardır beyazperde de duruyorlar.Emeklilik günleri yaklaşan hemen her iş kolundaki vatandaşlarımıza “Emekli olunca ne yapacaksın, nereye yerleşeceksin?” sorusu geldiğinde artık kalıplaşmış bir hale gelen “Hele bir emekli olayım, bu kalabalık şehirden koşar adım uzaklaşacağım, şirin bir Ege kasabasına gideceğim, orada hayatımın kalan kısmını huzur içerisinde geçireceğim” cevabı gelir.
Bu hayalleri kuran vatandaşımız emekli maaşını eline aldığında o ikramiye ile bırakın herhangi bir Ege kasabasında küçük bir işyeri açmayı bulunduğu yerden oraya göçü bile taşımaya yetmeyeceğini anlayınca başlar dizlerini dövmeye.
Aşık Veysel ise bu durumu;
“Yeşil ördek gibi, daldım göllere
Sen düşürdün beni dilden dillere
Başım alıp gidem, gurbet ellere
Ne sen beni unut, ne de ben seni”
dizeleri ifade eder ancak onunda yaşadığı zaman zarfında gitmek istediği yere ulaşamadığını dolayısı kalbindeki bu engelleri de ruh dünyamızı okşayan türküler yazarak aşmaya çalıştığını biliyoruz.
Yaşadığımız dünyada belki çağın gereği olarak insanoğlu bir taraftan her gün biraz daha yalnızlaşırken bir taraftan da yalnızlıktan kurtulma adına müthiş bir gitme hastalığına yakalanıyor, gideceği yeri bilmeden, aradaki mesafeyi bilmeden, gittiği yerde mutlu olup olamayacağını bilmeden, bir anda bavulunu toplayıp bulunduğu yerden en uzağa gitmenin hesabını yapıyor.
Gitme konusu gençlik yıllarımızda bizimde aklımızı karıştırmıyor değildi, Hayatın daha kolay olduğu yıllarda işin doğrusu bizde yeni bir hayat kurma, yeni yerler keşfetme ya da herkesin özlemi olan üzerinde küçük bir evi olan şirin bir mekan açıp öğlen saatlerine kadar uyuduktan sonra küçük ve şık mekanımızda hazırlanan kahvaltı sonrası gece geç saatlere kadar iş yapmak iş yaparken de para kazanma derdi olmayan bir süreç düşünüyorduk.
Aradan yıllar geçti… Şartlar bize var olduğumuz bölgeden ayrılma imkanı vermedi, işin garip tarafı yıllar içerisinde bizde yaşadığımız bölgeye ve bölgenin şartlarına alışmaya o bölgenin ayrılmaz bir parçası olma yolunda çok hızlı adımlar attığımıza şahit olduk.
***
Şimdilerde gitmek denildiğinde tek amacımız, evin salonundaki büyük ekran televizyonun karşısındaki koltuğa ulaşabilmek… Geçen yılların bize verdiği olağanüstü yorgunluk ve yılgınlık ister istemez ‘gitmek’ ile olan düşünceleri de değişrirmiş oldu.
İnsanoğlunun doğduğu günden ölümüne kadar geçen süre içerisinde gitmek ya da gidebilmek ile ilgili yerlere nasıl ulaşacağını bilmeden “Alıp başımı gideceğim” demesi ve hayaller kurması bugüne ait bir eylem biçimi değil, bundan sonra da son bulacak gibi görünmüyor, gidenlerde var gitmek isteyipte bulunduğu yerden yüz metre ayrılamayan da.
Mesele; giderken var olan bagajları geride bırakmak, aksi takdirde nereye giderseniz gidin, kendinizi kandırmaktan başka hiçbir şey yapmayacaksınız.
Sözleri Karacaoğlan’a ait olduğu bilinen ve başta Erdal Erzincan ve Mustafa Özarslan olmak üzere çoksayıda sanatçımız tarafından seslendirilen
“ Esti seher yeli söküldü seller
Gidiyorum kömür gözlüm ağlama
Ağlamanın vakti geçti ne çare
Kemend atıp yollarımı bağlama
Sana derim sana kaşı kemanım
Büküldü kametim geçti zamanım
Gidiyorum yedi benli ceranım
Yarim gitti deyi yürek dağlama
Karacaoğlan der gözyaşım silinir
Bir ah çeksem yüce dağlar delinir
Yüreciğim bölük bölük bölünür
Yaş döküp de arkam sıra çağlama”
şeklindeki türküyü çok severiz ve bu türküyü ne zaman duysak gözlerimizden akan yaşlara bir türlü engel olamayız.
Gitmek yada daha geniş manada gidebilmek öteden beri Türk insanının sanki alın yazısı olmuş gibidir, Çok çalıştığı halde istediği düzeye gelemeyen, çok yakın gördüğü birine küsen, sevdiğinden karşılık göremeyen kim varsa birden bire “alıp başımı gideceğim” diye haykırmaya başlar, işin garip tarafı “Alıp başımı gideceğim” diye dertlenen muhatabımıza “İyi de nereye gideceksin?” diye sorduğumuzda alacağımız cevap “Nereye gideceğimi bilmiyorum ama yine de gideceğim” olacaktır.
***
Orhan Veli gönlündeki gitme isteğini “Gün Olur” isimli şiirinde
“Gün olur, alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda.
Şu ada senin, bu ada benim,
Yelkovan kuşlarının peşi sıra.
Dünyalar vardır, düşünemezsiniz;
Çiçekler gürültüyle açar;
Gürültüyle çıkar duman topraktan.
Hele martılar, hele martılar,
Her bir tüylerinde ayrı telaş!
Gün olur, başıma kadar mavi;
Gün olur başıma kadar güneş;
Gün olur, deli gibi…”
diye açığa çıkarır ancak yaşadığı zaman zarfında Orhan Veli’nin de istediği yere gidip gidemediği ile ilgili net ifadeler olmadığını bilemiyoruz.
***
Eski Sinema filmlerinin pek çoğunda görmüşüzdür, birbirlerine kavuşamayacaklarını anlayan aşıklar son çare olarak “Alıp başımızı buralardan kaçıp gidelim, belki gideceğimiz yerde mutlu oluruz” ifadesini kullanırlardı.
Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi onlarda gönüllerindeki gitme isteğini bir türlü hayata geçirmeyen film kahramanları olarak yıllardır beyazperde de duruyorlar.Emeklilik günleri yaklaşan hemen her iş kolundaki vatandaşlarımıza “Emekli olunca ne yapacaksın, nereye yerleşeceksin?” sorusu geldiğinde artık kalıplaşmış bir hale gelen “Hele bir emekli olayım, bu kalabalık şehirden koşar adım uzaklaşacağım, şirin bir Ege kasabasına gideceğim, orada hayatımın kalan kısmını huzur içerisinde geçireceğim” cevabı gelir.
Bu hayalleri kuran vatandaşımız emekli maaşını eline aldığında o ikramiye ile bırakın herhangi bir Ege kasabasında küçük bir işyeri açmayı bulunduğu yerden oraya göçü bile taşımaya yetmeyeceğini anlayınca başlar dizlerini dövmeye.
Aşık Veysel ise bu durumu;
“Yeşil ördek gibi, daldım göllere
Sen düşürdün beni dilden dillere
Başım alıp gidem, gurbet ellere
Ne sen beni unut, ne de ben seni”
dizeleri ifade eder ancak onunda yaşadığı zaman zarfında gitmek istediği yere ulaşamadığını dolayısı kalbindeki bu engelleri de ruh dünyamızı okşayan türküler yazarak aşmaya çalıştığını biliyoruz.
Yaşadığımız dünyada belki çağın gereği olarak insanoğlu bir taraftan her gün biraz daha yalnızlaşırken bir taraftan da yalnızlıktan kurtulma adına müthiş bir gitme hastalığına yakalanıyor, gideceği yeri bilmeden, aradaki mesafeyi bilmeden, gittiği yerde mutlu olup olamayacağını bilmeden, bir anda bavulunu toplayıp bulunduğu yerden en uzağa gitmenin hesabını yapıyor.
Gitme konusu gençlik yıllarımızda bizimde aklımızı karıştırmıyor değildi, Hayatın daha kolay olduğu yıllarda işin doğrusu bizde yeni bir hayat kurma, yeni yerler keşfetme ya da herkesin özlemi olan üzerinde küçük bir evi olan şirin bir mekan açıp öğlen saatlerine kadar uyuduktan sonra küçük ve şık mekanımızda hazırlanan kahvaltı sonrası gece geç saatlere kadar iş yapmak iş yaparken de para kazanma derdi olmayan bir süreç düşünüyorduk.
Aradan yıllar geçti… Şartlar bize var olduğumuz bölgeden ayrılma imkanı vermedi, işin garip tarafı yıllar içerisinde bizde yaşadığımız bölgeye ve bölgenin şartlarına alışmaya o bölgenin ayrılmaz bir parçası olma yolunda çok hızlı adımlar attığımıza şahit olduk.
***
Şimdilerde gitmek denildiğinde tek amacımız, evin salonundaki büyük ekran televizyonun karşısındaki koltuğa ulaşabilmek… Geçen yılların bize verdiği olağanüstü yorgunluk ve yılgınlık ister istemez ‘gitmek’ ile olan düşünceleri de değişrirmiş oldu.
İnsanoğlunun doğduğu günden ölümüne kadar geçen süre içerisinde gitmek ya da gidebilmek ile ilgili yerlere nasıl ulaşacağını bilmeden “Alıp başımı gideceğim” demesi ve hayaller kurması bugüne ait bir eylem biçimi değil, bundan sonra da son bulacak gibi görünmüyor, gidenlerde var gitmek isteyipte bulunduğu yerden yüz metre ayrılamayan da.
Mesele; giderken var olan bagajları geride bırakmak, aksi takdirde nereye giderseniz gidin, kendinizi kandırmaktan başka hiçbir şey yapmayacaksınız.
***
Orhan Veli gönlündeki gitme isteğini “Gün Olur” isimli şiirinde
“Gün olur, alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda.
Şu ada senin, bu ada benim,
Yelkovan kuşlarının peşi sıra.
Dünyalar vardır, düşünemezsiniz;
Çiçekler gürültüyle açar;
Gürültüyle çıkar duman topraktan.
Hele martılar, hele martılar,
Her bir tüylerinde ayrı telaş!
Gün olur, başıma kadar mavi;
Gün olur başıma kadar güneş;
Gün olur, deli gibi…”
diye açığa çıkarır ancak yaşadığı zaman zarfında Orhan Veli’nin de istediği yere gidip gidemediği ile ilgili net ifadeler olmadığını bilemiyoruz.
***
Eski Sinema filmlerinin pek çoğunda görmüşüzdür, birbirlerine kavuşamayacaklarını anlayan aşıklar son çare olarak “Alıp başımızı buralardan kaçıp gidelim, belki gideceğimiz yerde mutlu oluruz” ifadesini kullanırlardı.
Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi onlarda gönüllerindeki gitme isteğini bir türlü hayata geçirmeyen film kahramanları olarak yıllardır beyazperde de duruyorlar.Emeklilik günleri yaklaşan hemen her iş kolundaki vatandaşlarımıza “Emekli olunca ne yapacaksın, nereye yerleşeceksin?” sorusu geldiğinde artık kalıplaşmış bir hale gelen “Hele bir emekli olayım, bu kalabalık şehirden koşar adım uzaklaşacağım, şirin bir Ege kasabasına gideceğim, orada hayatımın kalan kısmını huzur içerisinde geçireceğim” cevabı gelir.
Bu hayalleri kuran vatandaşımız emekli maaşını eline aldığında o ikramiye ile bırakın herhangi bir Ege kasabasında küçük bir işyeri açmayı bulunduğu yerden oraya göçü bile taşımaya yetmeyeceğini anlayınca başlar dizlerini dövmeye.
Aşık Veysel ise bu durumu;
“Yeşil ördek gibi, daldım göllere
Sen düşürdün beni dilden dillere
Başım alıp gidem, gurbet ellere
Ne sen beni unut, ne de ben seni”
dizeleri ifade eder ancak onunda yaşadığı zaman zarfında gitmek istediği yere ulaşamadığını dolayısı kalbindeki bu engelleri de ruh dünyamızı okşayan türküler yazarak aşmaya çalıştığını biliyoruz.
Yaşadığımız dünyada belki çağın gereği olarak insanoğlu bir taraftan her gün biraz daha yalnızlaşırken bir taraftan da yalnızlıktan kurtulma adına müthiş bir gitme hastalığına yakalanıyor, gideceği yeri bilmeden, aradaki mesafeyi bilmeden, gittiği yerde mutlu olup olamayacağını bilmeden, bir anda bavulunu toplayıp bulunduğu yerden en uzağa gitmenin hesabını yapıyor.
Gitme konusu gençlik yıllarımızda bizimde aklımızı karıştırmıyor değildi, Hayatın daha kolay olduğu yıllarda işin doğrusu bizde yeni bir hayat kurma, yeni yerler keşfetme ya da herkesin özlemi olan üzerinde küçük bir evi olan şirin bir mekan açıp öğlen saatlerine kadar uyuduktan sonra küçük ve şık mekanımızda hazırlanan kahvaltı sonrası gece geç saatlere kadar iş yapmak iş yaparken de para kazanma derdi olmayan bir süreç düşünüyorduk.
Aradan yıllar geçti… Şartlar bize var olduğumuz bölgeden ayrılma imkanı vermedi, işin garip tarafı yıllar içerisinde bizde yaşadığımız bölgeye ve bölgenin şartlarına alışmaya o bölgenin ayrılmaz bir parçası olma yolunda çok hızlı adımlar attığımıza şahit olduk.
***
Şimdilerde gitmek denildiğinde tek amacımız, evin salonundaki büyük ekran televizyonun karşısındaki koltuğa ulaşabilmek… Geçen yılların bize verdiği olağanüstü yorgunluk ve yılgınlık ister istemez ‘gitmek’ ile olan düşünceleri de değişrirmiş oldu.
İnsanoğlunun doğduğu günden ölümüne kadar geçen süre içerisinde gitmek ya da gidebilmek ile ilgili yerlere nasıl ulaşacağını bilmeden “Alıp başımı gideceğim” demesi ve hayaller kurması bugüne ait bir eylem biçimi değil, bundan sonra da son bulacak gibi görünmüyor, gidenlerde var gitmek isteyipte bulunduğu yerden yüz metre ayrılamayan da.
Mesele; giderken var olan bagajları geride bırakmak, aksi takdirde nereye giderseniz gidin, kendinizi kandırmaktan başka hiçbir şey yapmayacaksınız.
Sözleri Karacaoğlan’a ait olduğu bilinen ve başta Erdal Erzincan ve Mustafa Özarslan olmak üzere çoksayıda sanatçımız tarafından seslendirilen
“ Esti seher yeli söküldü seller
Gidiyorum kömür gözlüm ağlama
Ağlamanın vakti geçti ne çare
Kemend atıp yollarımı bağlama
Sana derim sana kaşı kemanım
Büküldü kametim geçti zamanım
Gidiyorum yedi benli ceranım
Yarim gitti deyi yürek dağlama
Karacaoğlan der gözyaşım silinir
Bir ah çeksem yüce dağlar delinir
Yüreciğim bölük bölük bölünür
Yaş döküp de arkam sıra çağlama”
şeklindeki türküyü çok severiz ve bu türküyü ne zaman duysak gözlerimizden akan yaşlara bir türlü engel olamayız.
Gitmek yada daha geniş manada gidebilmek öteden beri Türk insanının sanki alın yazısı olmuş gibidir, Çok çalıştığı halde istediği düzeye gelemeyen, çok yakın gördüğü birine küsen, sevdiğinden karşılık göremeyen kim varsa birden bire “alıp başımı gideceğim” diye haykırmaya başlar, işin garip tarafı “Alıp başımı gideceğim” diye dertlenen muhatabımıza “İyi de nereye gideceksin?” diye sorduğumuzda alacağımız cevap “Nereye gideceğimi bilmiyorum ama yine de gideceğim” olacaktır.
***
Orhan Veli gönlündeki gitme isteğini “Gün Olur” isimli şiirinde
“Gün olur, alır başımı giderim,
Denizden yeni çıkmış ağların kokusunda.
Şu ada senin, bu ada benim,
Yelkovan kuşlarının peşi sıra.
Dünyalar vardır, düşünemezsiniz;
Çiçekler gürültüyle açar;
Gürültüyle çıkar duman topraktan.
Hele martılar, hele martılar,
Her bir tüylerinde ayrı telaş!
Gün olur, başıma kadar mavi;
Gün olur başıma kadar güneş;
Gün olur, deli gibi…”
diye açığa çıkarır ancak yaşadığı zaman zarfında Orhan Veli’nin de istediği yere gidip gidemediği ile ilgili net ifadeler olmadığını bilemiyoruz.
***
Eski Sinema filmlerinin pek çoğunda görmüşüzdür, birbirlerine kavuşamayacaklarını anlayan aşıklar son çare olarak “Alıp başımızı buralardan kaçıp gidelim, belki gideceğimiz yerde mutlu oluruz” ifadesini kullanırlardı.
Ancak yukarıda da belirttiğimiz gibi onlarda gönüllerindeki gitme isteğini bir türlü hayata geçirmeyen film kahramanları olarak yıllardır beyazperde de duruyorlar.Emeklilik günleri yaklaşan hemen her iş kolundaki vatandaşlarımıza “Emekli olunca ne yapacaksın, nereye yerleşeceksin?” sorusu geldiğinde artık kalıplaşmış bir hale gelen “Hele bir emekli olayım, bu kalabalık şehirden koşar adım uzaklaşacağım, şirin bir Ege kasabasına gideceğim, orada hayatımın kalan kısmını huzur içerisinde geçireceğim” cevabı gelir.
Bu hayalleri kuran vatandaşımız emekli maaşını eline aldığında o ikramiye ile bırakın herhangi bir Ege kasabasında küçük bir işyeri açmayı bulunduğu yerden oraya göçü bile taşımaya yetmeyeceğini anlayınca başlar dizlerini dövmeye.
Aşık Veysel ise bu durumu;
“Yeşil ördek gibi, daldım göllere
Sen düşürdün beni dilden dillere
Başım alıp gidem, gurbet ellere
Ne sen beni unut, ne de ben seni”
dizeleri ifade eder ancak onunda yaşadığı zaman zarfında gitmek istediği yere ulaşamadığını dolayısı kalbindeki bu engelleri de ruh dünyamızı okşayan türküler yazarak aşmaya çalıştığını biliyoruz.
Yaşadığımız dünyada belki çağın gereği olarak insanoğlu bir taraftan her gün biraz daha yalnızlaşırken bir taraftan da yalnızlıktan kurtulma adına müthiş bir gitme hastalığına yakalanıyor, gideceği yeri bilmeden, aradaki mesafeyi bilmeden, gittiği yerde mutlu olup olamayacağını bilmeden, bir anda bavulunu toplayıp bulunduğu yerden en uzağa gitmenin hesabını yapıyor.
Gitme konusu gençlik yıllarımızda bizimde aklımızı karıştırmıyor değildi, Hayatın daha kolay olduğu yıllarda işin doğrusu bizde yeni bir hayat kurma, yeni yerler keşfetme ya da herkesin özlemi olan üzerinde küçük bir evi olan şirin bir mekan açıp öğlen saatlerine kadar uyuduktan sonra küçük ve şık mekanımızda hazırlanan kahvaltı sonrası gece geç saatlere kadar iş yapmak iş yaparken de para kazanma derdi olmayan bir süreç düşünüyorduk.
Aradan yıllar geçti… Şartlar bize var olduğumuz bölgeden ayrılma imkanı vermedi, işin garip tarafı yıllar içerisinde bizde yaşadığımız bölgeye ve bölgenin şartlarına alışmaya o bölgenin ayrılmaz bir parçası olma yolunda çok hızlı adımlar attığımıza şahit olduk.
***
Şimdilerde gitmek denildiğinde tek amacımız, evin salonundaki büyük ekran televizyonun karşısındaki koltuğa ulaşabilmek… Geçen yılların bize verdiği olağanüstü yorgunluk ve yılgınlık ister istemez ‘gitmek’ ile olan düşünceleri de değişrirmiş oldu.
İnsanoğlunun doğduğu günden ölümüne kadar geçen süre içerisinde gitmek ya da gidebilmek ile ilgili yerlere nasıl ulaşacağını bilmeden “Alıp başımı gideceğim” demesi ve hayaller kurması bugüne ait bir eylem biçimi değil, bundan sonra da son bulacak gibi görünmüyor, gidenlerde var gitmek isteyipte bulunduğu yerden yüz metre ayrılamayan da.
Mesele; giderken var olan bagajları geride bırakmak, aksi takdirde nereye giderseniz gidin, kendinizi kandırmaktan başka hiçbir şey yapmayacaksınız.