Bunalım
Normal seyrinde giden bir durumun birdenbire ortaya çıkan ve doğal olmayan aykırılığı olarak tanımlandığı gibi sonu kötü olabilecek gerginlik olarak da tanımlanabilen bir olgudur bunalım. Bireylerde görüldüğü gibi, toplumlarda ve hatta devletlerde de görülebilmektedir.
Neredeyse her insanın yaşamı süresince içine düştüğü bu durum eskiden pek anlatılamaz ve açıklanamazdı. Baskıcı aile ve çevre yapısı insanların içine düştüğü bunalımı yaşamasına dahi izin vermez ve uyguladıkları baskı nedeniyle küçücük bir bunalımı yaşam krizine döndürebilirlerdi. Bu nedenle bilerek ya da bilmeyerek birçok can yitirilmiştir. Toplum baskısı bireylerin içindekileri dışarı vurmasını engellemiştir. Örneğin bir erkek bir kızı sevdiğini bir şeklide söyleme hakkına sahipti. Ancak, bir kızın bir erkeği en yakın arkadaşı dışında herhangi birine söylemesi neredeyse imkânsızdı. Annesiyle dahi paylaşamamış bu duygularını ve sonu hüsranla biten istenmeyen evlilikler ve zehir olmuş bir yaşam ve sürekli bunalım.
Günümüzde ise bu tür bunalımlar yok denecek kadar azalmıştır. Bazı coğrafi bölgelerimizde hala var olsa da eskiye kıyasla yok denecek kadar azalmıştır. Ancak, yeni tür bunalımlar hemen tetikte beklemektedir ve özellikle çocuklar ve gençler bu bunalımlara girmeye hazırdır. Bunalımın nedenleri değişmiş, ama kendisi yok olmamıştır. Hele hele içinde bulunduğumuz bilgi ve iletişim çağı dünyanın her yerine anında fiziksel veya sanal ulaşım olanakları bir başka bunalım kapısını da aralamaktadır. “Altı ayda bir değiştiremediği telefon ya da üç ayda bir yenisini alamadığı marka ayakkabı vb. konular gençlerin başlıca bunalım sebeplerdir.
Bir de kendileri başlı başına bunalım olan tipler vardır. Sabah geç uyanır, bunalım, erken uyanır ayrı bir bunalım. Hava yağmurlu, bunalım. Çok sıcak3 ‘deprem mi olacak’ bunalımı. Tuttuğu takım kazanır, az gol attı diye bunalım. Ojesinin rengini beğenmez, bunalım. Yeni aldığı elbiseyi arkadaşında görür, pişti bunalımı. Özetle bir bunalımdan çıkar, diğerine girer. Ki, bunların tedavisi de yoktur.
Ancak, en büyük bunalımı ise ebeveynler çekmektedir. Çocukların bitmez tükenmez istekleri ve “Biz görmedik bari çocuklarımız görsün” felsefesi anne ve babaları adeta cendereye sokmaktadır. Haklı olarak en iyi okullarda okutma, en iyi eğitimi verme ve her konuda en iyiyi yapma telaşı hem kendilerini hem de çocuklarını bunalıma sokmaktadır. Hiç sormazlar çocuklarına “bugün top oynamaya gitmek ister misin ya da sinemaya gitmek”. Ödevlerini bitirip bitirmediğini kontrol ettikten sonra öğleden sonra gideceği özel kurstan önce dershaneye götürmek birincil görevi olmuştur ebeveynlerin. Zaten yok ettiğimiz olmayan yeşil alanlarda koşması, toprağa yalın ayak basıp tüm statik enerjisini atması pek de akıllarına gelmez. Ama bunların hepsi çocuklarının iyiliği içindir. Bilmezler ki bu iyilik bu çocukların geleceğine yapılan en büyük kötülüklerden birisidir. Ancak, bu durum için ebeveynleri eleştirmek veya suçlamak gibi bir hadsizlik içinde asla değilim. Zira çağın olmazsa olmaz haline getirilen gerçekleri bu. Ülkede yaşam bir Japon ve orta Avrupa gerçeğinden çok uzaktadır ne yazık ki.
Bireylerin bunalımları bir şekilde giderilebilmektedir, ancak toplumların ve ülkelerin bunalımları çok vahim ve tehlikelidir. Tedavisi pek de kolay olmayan bu bunalımlar insanların felaketi olabilmektedir. Kötü yönetilen ülkelerde, hırsızlık, talan, yolsuzluk ve bunlara paralel olarak adalet de yok olmaya başlamışsa durum yakın komşularımızda gördüğümüz tablolara dönüşür. Irak, Suriye ve Libya ve daha birçoğu bunlara en çarpıcı örneklerdir. Kifayetsiz muhterislerin yönettiği bu ülkeler çağdaşlıktan uzaklaşmaya başlamış ve yıllar içinde önce doğal kaynakları sömürgen güçlere peşkeş çekilmiş, azınlığın mutluluğu uğruna çoğunluk harcanmış. Tüm yasalar azınlığın çıkarları için çıkartılmış ve adalet yok edilmiş ve yok edilen adaletin yerini bireylerin kendi adaletlerini sağlama içgüdüleri oluşmuştur.
Çağdaş eğitim yerine ortaçağ sistemleri getirilmiş, yurttaş olgusu yerine teba olgusu egemen kılınmış ve geçen yıllar içinde çağın gerisinde kalınmıştır. Atatürk’ümüzün kurduğu çağdaş Türkiye Cumhuriyeti onların sahip oldukları doğal kaynakların hiçbirine sahip olmamasına rağmen çağdaş, laik ve hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı demokratik bir yapıyla tüm bu ülkeleri geride bırakmıştır. Tüm komşuları emperyalizmin kölesi olmuş ve parçalanmışken onurlu ve dimdik ayakta durmaktadır. Yurttaşları ümmet değil millet olabilmiş ve çağdaş kadınları bırakın komşularını bi çok Avrupa ülkesinden bile önce seçme ve seçilme hakkına sahip olmuştur.
İşte sevgili dostlar, sağlıklı yönetilmeyip çağdışı yöntemlerle yönetilmeye çalışılan ülkeler ve o ülkelerin toplumları girdikleri bunalımlar sonunda parçalanmışlar veya başka ülkeler tarafından “Demokrasi getirilmek” bahanesi altında işgal edilmişlerdir. Bizlere düşen en büyük görev ülkemizi daha da ileri götürebilecek çağdaş eğitim seviyesini korumaktır.
Bunalımsız günler ve gelecekler dileğiyle.