Hüznün Çobanı
Gönül üzgünlüğü, içe kapanıklık ve üzüntü gibi birbirine benzer anlamlar içeren bir duygu çeşidi olan HÜZÜN hayatımızın bazı anlarında var olmuştur. Ama karagözlü çocuğun yaşamından bazı anlarda değil neredeyse genelinde yer almıştır. Hep bir şeyler eksik olduğu için hayatında sürekli o eksiklikleri tamamlamaya çalışmış ve birini tamamlarken bir diğeri çıkmıştır karşısına tamamlanabilmek için. Çocukluğunun o büyük bölümünün yaşam mücadelesi ile geçen yıllarında adını tanımlayamadığı duyguydu hüzün, ruhunda ve bedeninde var olan.
Okul yılları, ergenlik ve gençliğinde de iç içe yaşadı hüzünle. Sanki tüm hüzünlü şarkılar onun için bestelenmişti. Zamanla hüzünle birlikte yaşamaya da alıştı. Kendisini sorguladığı zamanları olmuştu çokça. Acaba isteyerek mi hüzünleniyor, hüznü seviyor muydu? Yoksa bu bir hastalık mı olmuştu kendisinde diye. Psikologlara da gitti. Ama bu ruh halinin yaşadıklarının etkisiyle oluşmuş olduğunu öğrendi. En azından hasta değildi.
Her sevdası nedense mutlu bitmiyor ve bir hüzün çörekleniveriyordu. Çaresizliklerle imtihan edilmiş ve çoğunda sınıfta kalmıştı. Artık o hale gelmişti ki kendi kendisi ile dalga geçip “ben hüznün çobanıyım, koyun güder gibi hüzün güderim” diye gülümsüyordu. Çok da hoşuna gitmişti bu hüznün çobanı olmak. Sıra dışı olduğuna karar vermişti. Normal insanların başına gelen güzel şeyler kendi başına da gelmiyor değildi, fakat genellikle sonu hüzünle bitiyordu. Yaşadığı tüm aşkların hüsranla bitmesi de bunun bariz bir göstergesiydi. Sonunda kendisiyle baş başa kaldığında “üç gün üst üste mutlu olamadığını” düşünüp tekrar kabuğunun içine girmeye ve sonsuz sessizliği yaşamaya karar verdi.
“Ben nerde yanlış yaptım” diye içini kemiren duygulardan bir an önce sıyrılıp yeniden yaşamaya başlamak pek de kolay olmuyordu. Son yıllarda hiç yapmadığı bir şey yaptı o akşam. Bir küçük rakı, yanına da tatlıca bir kavun ve biraz da beyaz peynir. Üçüncü dublede Ahmet Özhan ve “Hüzün deli dalgalarla gelir.” Zor ve uykusuz bir gece. Sabaha karşı daldığı derin düşüncelerden uyandı. Ağabeyinin çocukken dediği bir söz geldi aklına, “Oğlum, bir insanın kaderi nasıl yazılmışsa o oluyor, Yedisinde neyse yetmiş yedisinde de o.” Galiba ağabeyi haklıydı, yazı öyle yazılmıştı. Şöyle bir geriye baktı hüzünlendi, geleceğe dair hayaller kurmaya çalıştı, ama karşısında umutsuzluklar ve yine hüzün vardı.
“Çoban koyun güder, ben de hüzün güderim.”
Bu dünyaya bir de HÜZNÜN ÇOBANI gerekiyordu.