Neyleyim Köşkü, Neyleyim Sarayı
Bir ömür harcayarak yaptırmış olduğu 6 yatak odalı 3,5 katlı villasının salonunda tek başına oturmuş camdan dışarıyı seyrediyordu. Biri siyah biri sarı iki kedi camın önünde nazire yapar gibi oynaştılar uzun bir sure. Sanırım erkek olan sarıydı. Ne cilveler yapmadı ki siyah kediye. Dişi canlıların yaradılışında olsa gerek sarı kediyle bayağı bir süre oynadı siyah dişi kedi ve sonra sıçrayıverdi elma ağacının dalına ve peşinden de sarı. Miyavlamalar az sonra sona erdi. Tekrar derin bir sessizliğe büründü ortalık. Kalktı bir bardak su aldı mutfaktan ve tekrar döndü koltuğuna gömüldü yorgun ihtiyar. Baharın müjdecisi olan erik ağacının çiçekleri yavaş yavaş dökülmüş ve yerini yeşile dönüşen dallar almıştı. İki serçe kuşu havada çeşitli figürler yaparak erik ağacının filizlenmiş dalına kondular ve başladılar kendi aralarında cik cik edip konuşmaya. “Ne konuşuyorlar acaba” diye geçirdi içinden yorgun ihtiyar. “Biz de gençken böyle yapar mıydık” diye düşündü ama hiçbir şey hatırlayamadı. Belki az önce içtiği bir bardak viski mi böyle yapmıştı, anlayamadı. Oldum olası sevmemişti zaten viskiyi. Ona kalsa bir duble rakı dünyanın en güzel içkisiydi ama doktor günde bir kadeh viskiden başkasına izin vermemişti.. “Ben bu doktoru niye bu kadar ciddiye alıyorum ki” diye kendini sorguladı. “Yoksa ölümden it gibi korkuyor muyum” dedi. Ölüm kurtuluştu aslında. Baksana eşini 6 sene önce yakalandığı hastalıktan kurtaramamışlar ve kadıncağız yüzünde bir gülümseme ile ölmüştü. Demek ki ölüm it gibi korkulacak bir şey değildi.
Bir öfke ile kalktı, çocuklardan bile sakladığı yarım şişe rakıyı zulasından çıkardı. Bardaklıktan iki adet rakı bardağının birine bir duble rakı, diğerine de su doldurdu ve üzerlerine bolca buz koydu. Bir havuç alıp sebzelikten iyice yıkadı ve ince dilimlere ayırıp bolca limon sıktığı büyük bir bardağa doldurdu ve tekrar koltuğuna gömüldü. Sehpanın üzerindeki rakısından koca bir yudum alıp derin bir oh çekti ve senden iyi dost yok dedi mis gibi anason kokan rakısına. Bir sigara da yakmak istedi canı ama evde zulada bile sigara yoktu. İkinci yudumdan sonra derinlere daldı ve anılar canlandı gözünde ve zihninde.
Koca bir ömrü hep çalışarak çocuklarına iyi bir gelecek hazırlamak üzere geçirmişti. Eşi kendi halinde bir kadındı. Tipik bir İstanbul hanımefendisi, namazında niyazında bir kadındı. Ne etliye ne sütlüye karışır, sessiz sedasız dolanırdı evin içinde. Görücü usulü evlenmişlerdi 60 yıl önce. Ne huylarını bilirlerdi birbirlerinin ne de sularını. Birbirlerini tanımakla geçti ilk yirmi seneleri. Daha sonraki yirmi seneleri ve geri kalan tüm seneleri de böyle geçti. Ne bir aşk oldu aralarında ne de bir tutku. Ama saygı ve sevgi dolu bir yaşamdı sürdürdükleri. “Öfff öte git” demediler birbirlerine yıllar boyunca. Hep içine atan muhterem eşi 10 yıl önce amansız bu hastalığa yakalanmış ve ellerinden gelen her şeyi yapmalarına rağmen 6 yıl önce kaybetmişti hayat arkadaşını.
Birinci dublenin sonuna geldiğinde önceden içtiği viskinin de etkisiyle bayağı bir canlanmış ve televizyonda TRT’NİN Türk sanat müziği kanalını açmış ve iyice efkârlanmıştı. İkinci kadehi yudumlarken yalnızlığına ağız dolusu küfürler etti. Yalnızlık, ilgisizlik, sevgisizlik ve kimselerin içinde kimsesizlik ne kadar zordu. İliklerine kadar titredi yanan şöminenin karşısında. Akşamın bahar serinliği yavaş yavaş kendisini hissettirmeye başlamış ve hava da iyice kararmıştı. Üçüncü kadehi doldurmaya kalktığında perdeyi de kapattı. Televizyondaki türkü formatındaki şarkıyı birlikte söylemeye başladı şarkıcıyla. “ Ah edip inlerim gurbet elinde, uzaktan görünün benim dağlarım. Neyleyim köşkü, neyleyim sarayı, içinde salınan yar olmayınca.”
Neler yaşamamıştı ki 80 yıllık ömürde. Bir bir film şeridi gibi geçti gözünün önünden seneler. Üçüncü kadeh bitmeden yüzünde buruk bir gülümseme ile kapandı gözleri. Dört gün sonra sitenin bekçisi aradı çocuklarını. “Babanız” dedi, sizlere ömür. “Günlerdir dışarı çıkmayınca merak ettim, arabasını da hiç çalıştırmadı. Bendeki anahtarla içeri girdiğimde televizyonun karşısında uyuyor sandım. Kapattım televizyonu, sizi ve acili aradım. Babanızı hastanenin morguna götürüyorlar, oraya gidin.”
Yorgun ihtiyar sonunda huzuru bulmuş ve daldığı uykudan sonsuzluğa yürümüştü. Kulaklarında ve dilinde son şarkıyla “Neyleyim köşkü, neyleyim sarayı, içinde salınan yar olmayınca.”