Neyi Bölüşemiyoruz?
Yazları köye gittiğimde cenazelere rastladığım da olmuştu. Küçük çocuk merakı ya büyüklerimiz kızsa da bir yolunu bulur, ölünün nasıl yıkandığına bakar, sonra da birbirlerimize anlatırdık. Çocukluk işte, unutur giderdik. Ama birinde cenaze toprağa verildiğinde üzerine toprak atıp gömülmeden önce bir şey dikkatimi çekti. Kefene sarılmış ölünün yüz kısmını aralayıp yerden aldıkları bir avuç toprağı yüzüne serpip tekrar örttüler. Kafama takılmış olacak ki, yıllar sonra mahallemizdeki büyüğümüz Deli Yücel ağabeyimize (Avcı Yücel Kılıçyaldır) sordum. “Kardeşim” dedi, “insanoğlu doğduğu andan itibaren nefsine yenik düşer ve bir türlü doymak bilmez. Her şeyim olsun ister. Her şeyi olur yine daha da her şeyim olsun ister. Ve bir gün gelir her fani gibi ölür. Hoca efendi yerden bir avuç toprak alıp yüzüne atar ki meali şudur : Gözünü toprak doyursun.”
Hiç unutmadım bunu, GÖZÜNÜ TOPRAK DOYURSUN”, Demek ki bu söz bu anlama geliyor. Şöyle bir düşündüğümüzde her elbisede en az bir tane cep oluyor ama kefende yok. Zira öteki dünyaya hiçbir şey götüremiyorsun. Çıplak geldiğin bu dünyadan çıplak gidiyorsun. Yediğin, içtiğin ve yaşadığının yanına kâr kalıyor.
Dünya nüfusunun Sekiz milyara yaklaştığı günümüzde nüfusun çok küçük bir bölümü her türlü olanağa sahip ve olağanüstü güzel şartlar içinde yaşam sürdürürken büyük bir bölümü açlık sınırında ve açlıktan ölen milyonlar var. Dünyanın yer altı ve yer üstü kaynakları ile denizlerdeki kaynaklar, kanımca (Ki, birçok bilim adamı da aynı şeyi söylüyor) bu kaynaklar rasyonel olarak kullanılabilir ve adaletli bir paylaşım sağlanabilirse Otuz milyar insanı ve doğadaki tüm canlıları barındırabilecek ve besleyebilecek kapasitede. Bu kadar geniş kaynaklara rağmen insanlar açlıktan ölüyorsa bunun adı emperyalizm ve zulümdür.
Bırakın dünyayı bir yana ve önce kendi ülkemize bir bakın lütfen. Bundan kırk yıl önce dünyada kendi kendine yetecek ilk yedi ülkeden biriydik. Bugün Mercimeği öğrettiğimiz Kanada’dan mercimek ithal ediyoruz. Lütfen kimse bundan siyasi malzeme çıkarmasın. Bu iktidar öncesi de pek başarılı sınav verilememiştir. Ha, bu iktidar tadını çıkartmıştır, o ayrı konu. Boşa akan dereleri ve nehirleri ile meşhur bir ülkeydik. Hatta bizim için dışarıda “Su akar, Türkler bakar” gibi deyişler de türemişti. Nehirlerimizi, göllerimizi ve derelerimizi kuruttuk birer birer. Yer altı sularımız da tükenmeye başladı. Niçin? Çünkü ağaçlarımız ormanlarımızı rant uğruna talan ettik. Çöle çevirmeye başladık o güzelim ülkemizi. “Benim villamda en az on tane ağaç ektim” deme aptallığını marifet saydık.
Sadece kendi çıkarlarımızı düşündük, “komşusu açken tok yatan bizden değildir” gibi olağan üstü bir anlayıştan “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” anlayışına geçtik. Düşünmedik ki o bir yılan ve bir gün gelir mutlaka seni de sokar. Doymadık, doyamadık bir türlü. “Hep bana Rabbena” dedik ve yedik. Yedikçe şiştik ve şiştikçe çatlayacak hale geldik. Ürünü eşit üleşmedik, adaletten uzaklaştık ve sonunda ülkemiz de açlık sınırında yaşayan ülkeler arasına girdi.
Hep unuttuk ki, kefenin cebi yok. Nasıl çıplak doğduysak çıplak da gidiyoruz. Bakmayın kefene sardıklarına. Bebekken çıplak görünmek utanılacak bir durum değil ama bir ölünün herkesin ortasında çıplak görünmesi çirkin olacağı için kefen bezine sarıyorlar. Aslında çıplaksınız. Peki, o halde nedir bu ihtiras, nedir bu doymazlık? Yaşı ilerlemiş olanlar beni daha iyi anlayacaklardır umuyorum. Yirmi yaşında yemek masasından kalkamazdık, bir türlü doymayı bilmezdik. Şimdi ise bir tabak yemek dahi yetiyor.
Tüm dünyevi zevklerimiz bir bir azalıyor ve köreliyor ve sonunda her şeyin çok azı ile de yetinebiliyoruz. Uykumuz dahi azalıyor ve ölüme dair espriler de yapıyoruz “Nasılsa ölünce hep uyuyacağım, bu kadar uyku şimdilik yeter”.
Ey doymak bilmeyenler, ey kendi çıkarları için dünyayı birbirine katanlar, ey merhametsizler, çıplak geldiniz ve çıplak gideceksiniz bu dünyadan.
O halde neyi bölüşemiyorsunuz?
Allah bizleri ıslah etsin.