Ben babamın bam teliyim
Edip Akbayram, Halide Edip Adıvar, Edip Cansever.. İsmimizle var oluyoruz, ismimizle yaşıyoruz, lakin yol ayrımına geldiğimiz zaman ise ruhsal plandaki ismimizle yolumuza devam ediyoruz. Yani bir ben var içimde benden öte de. İşte orada seni bekleyen can, senin yoldaşın. Kutupluluktaki asıl adın. Neşe ile doğdum, ama hüzünlü bir can ile yoluma devam edeceğim. Bunu hiçbir kuvvet değiştiremez. Yani ben bununla yaşamayı öğrenmek zorundayım. Omurganı dik tut demek, hüznü dışlamak demek, hüzün en nihayetinde yüzünü güldürecek ve seni sıfırlayacak bir güç. Şimdi buraya herşeyi nötrleyecek bir element yerleştirirsek;)..Neşe aslan burcu ile doğdu, yükselenim terazi onu hüznü ile dengeledi ve bu sayede nötrlendim.
Kerbela annem bana aslanımı terbiye etmem gerektiğini öğretti ve tabiki; Yaradanın planı hala işlemeye devam ediyordu, Bade büyük kızım yay burcuydu yani benim geldiğim evi bana gösteriyordu ve küçük olan Defnem ise ikizler burcuydu; bana gitmem gereken evi gösteriyordu. Bade ergenliğim, Defne hayata tutunuşum.
Okadar dibimizdeki herşey hemen yanıbaşımızda, biz ise sürekli uzaklarda arıyorduk kendi cismimizi. Oysaki bahçende biten ot ayrık otun kansere iyi gelecekken, biz onları hep yolmayı tercih ettik. Kanser hastalıkları çoğaldı ve bahçemizde ayrık otları bitmeye başladı, arsızca ürüyorlar, sordum ben de. Siz neyin devasısınız diye, Edip Akbayram ‘hasretinle yandı gönlüm demeye başladı’ kanserin duygusuzluğu hasretti. Otu ise ayrık otu. Herşey bukadar da basitti aslında, ben kanser olmayı seçiyordum, bir hasret türküsüyle seçiyordum bunu bazen, bazen ise ince bir sızıya kurban ediyordum kendimi.
Oysaki ben babamın bam teliydim, güneş suretli babamın ve ay suretli annemin. Ben Allah’a bir sitem yolladığım zaman babam uyanıyordu ve benim ruhumun en ince teli olan BAM telim çalıyordu. Derinlerde bir yerde doğrulduğunu hissediyordum, zaten koptu kopacak olan bam teli bana herşeyi anlattırıyordu. ‘Hani derler ye bam telime bastınız’ evet bam telimize basmışlardı. Haklı kim haksız kim karışmıştı. Ben yine de insan olmanın en önemli gerekliliğini seçerek unutmayı tercih ediyordum, yoksa yaşamak gerçekten mümkün olmayacaktı, hissettiklerimin arasında.
Artık sitemler bile kifayetsiz kalıyordu derin çığlıkların arasında. Manalı bir aşk cümlesi yazmak bile içimden gelmiyordu. Biten kimdi, duygularını yitiren, sığ insanlara kendini anlatmaya çalışmış, denizler altına 20 bin fersah gömülmüş, eskiden 1000 duygu ile hayata bakabilen ayna nöronlarım, artık aynalık yapamıyordu. Belki aynaya dönüşmüştüm sebebini burada aramam gerekiyordu. Kendi kaderini bir denizcinin ağlarına bırakmış deniz kızı olmayı düşlemiş olabilirdim, zamanın bir döneminde. Ya da hala masallara inanan, ince bir sızım vardı saz çaldığında inleyen.
Benim de hasretle yanan bir kalbim vardı eskiden ama şimdi söndü. Evvel yükseklerden uçardı, düze indirdim şimdi gönlümü dedi edeple yoluna devam eden, indiği düzlük ise bugün kavuştuğu yerde idi. Orası dümdüzdü. Fırıldak kalplerin olmadığı dümdüz insanlarla dolu dümdüz bir dünya. Dünya yı yuvarlak yapan da bizdik, fırıldak kalplerimizle kurduğumuz, zamanı gerçek sandığımız yuvarlak bir dünya yaratmıştık. Biz yuvarlaktık çünkü. Kalbimiz nereye doğru sekiyorsa oraya gidiyorduk. Al eline bir tenis topu, şimdi o top sensin: topu yumuşak zemine at ve sektir, ozaman sana dosdoğru gelecektir. Bu senin dosdoğru olmasını istediğin dünyan. Şimdi tekrar al eline o topu ve bilinçsizce karşıya ya da sert bir zemine fırlat, sağa sola çarpa çarpa sana ulaşsın. Doğru sorular sormanın önemi de buradan geliyor, topu yumuşak atmanın önemi de. Arada çok tatlı bir korelasyon vardır. Evet bazılarımızın dünyası yuvarlaktır ve çabuk söner, ama bazılarımızın dünyası dümdüzdür yanar gider. Yanmaya devam eder. Burada olmak vardır, ölmek yoktur. Saftirik ve satvik bir hizalanma esnasında Bam telim anlattı bunu bana. İyiki doğdun Edepli İnsan.