Kabul Edilmek
İnsanoğlu kabul edilmeyi beklemiştir hep. Kabul edilmek belki de insanın doğasında vardır. Taaa bebeklikten başlar bu duygu. Acıkınca ağlamak, altını kirletince ağlamak, gazı olunca ağlamak. Dikkat çekebilmenin ve kabul edilmenin en ilkel ve en etkili yoludur. Derken çocukluk yılları. Sürekli ilgiyi üzerinde toplamak için hangi hareketlerinden hoşlanıldığını veya gülündüğünü fark edip sürekli onları yapmak. “Ay, saçlarını n kadar güzel sallıyor” denildiğini fark edince sürekli saçlarını savurmak. Derken gençlik yılları başlar. Okulda karşı cinsin ilgisini çekmek için akla gelmeyecek numaralar icat etmek. Şarkılar söyleyip şiirler okumak. Hangimiz şair olmadık ki o lise yıllarında. Ya da bir siyasal görüşü benimseyip savunmak, gerektiğinde o siyasal görüşün militanı dahi olmak. Veya bir futbol takımını tutmak ve taraftar kimliğine bürünmek. Bunların tamamı toplumda kabul görmek, kabul edilmek için yaptığımız aktivitelerdir kanımca. Aksi halde toplum bizi hiç kabul etmeyecek ya da toplumdan dışlanacak gibi olduğumuz duygusuna kapılmışızdır farkında dahi olmadan.
Modern felsefenin babası sayılan Descartes “Düşünüyorum, o halde varım” diyerek toplumda düşünebilen bir insan olmanın öneminden bahsetmeye çalışmıştır özetle. Ancak, daha sonra İspanyol Spinoza çıkmış, “Toplumda yer edinebildiğim kadar varım” diyerek farklı bir diyalektiğe yelken açmıştır. Aklın rasyonel olarak kullanılmasının toplumda yaratacağı etkiyi anlatmaya çalışmıştır. Felsefe uzmanlık konularımdan biri olmadığı için bu kadarına değinebileceğim. Derine indiğimde mahcup olma ihtimalim yükselecektir.
Ancak, kabul edilmek duygusu insanoğlunu her zaman dürtüklemiştir. Kabul edilmek, “Bu dünyada ben de varım” diye haykırabilmenin bir yoludur. Bu nedenle insanoğlu yekdiğerinden ayrı düşünce ve eylemlerle toplumda yer almaya çalışmıştır. Çok sevdiğim bir söz vardır ; “İnsanlar görünüşüyle karşılanır, fikirleriyle uğurlanırlar.” Ne kadar muhteşem olursa olsun dış görünüş eğer içindeki insanın düşünceleri çağdaş, bilimsel ve akılcı değilse üzerindeki kıyafetler ona değer katmaz ve toplumda kabul görmez. Yine güzel bir deyiş geldi aklıma ; “Ne adamlar gördüm üzerinde elbise yok, ne elbiseler gördüm içinde adam yok.”
Bu duygu ve olgu yararları yanında zararlar da getirmiştir insanoğluna. Pastör aşıyı bulup insan hayatını kurtarırken, Edison karanlığı aydınlığa çevirirken, Einstein’la birlikte gelişim aritmetik olmaktan çıkıp geometrik olmaya başlamıştır. Tarih bu bilim adamlarını şükranla yad etmektedir. Ama bazı insanlar vardır ki kabul edilmek olgusunun yarattığı aşağılık kompleksleriyle insanlık tarihinin en karanlık yüzü olarak tarihte yer almışlardır. Adolf Hitler gibi Mussolini gibi. Ne yazık ki bunların da ortak dürtüsü kabul edilmekti. Bugün dünyada doğal enerji yataklarının her gün hızla ve sorumsuzca tüketilmesi ve gelecek yüzyılda yaşanabilecek kabusu önleyebilmek için bilim adamları yoğun biçimde çalışmaktadırlar. Yine doğadan yararlanarak doğanın sunduğu olanakları kullanabilmenin çabaları içindedirler. Petrol ürünleri ile çalışan motorlu kara, deniz ve hava taşıtlarını bu mahkumiyetten kurtaracak önemli adımlar atmaktadırlar. Elektrikle çalışan otomobile yönelip doğada her yerde bulunan hidrojeni elektriğe dönüştürmeyi başarmışlar ve saatte 180 km. hızla gidebilen ilk otomobili üretmişlerdir. Ancak, şimdiki maliyeti yaklaşık 100.000 Euro’yu bulduğu için seri üretim yapılamamaktadır. Yakın gelecekte bu otomobillere binebileceğiz. Öte yandan ne yazık ki coğrafyamızda hala tuvalete girerken sağ ayakla mı yoksa sol ayakla mı girilmeli tartışmaları yapılmaktadır. Gelecek yüzyılda bugün üzerlerinde oturdukları doğal kaynaklar bittiğinde bugünkü kabul edilmişliklerinin sebebini anlayacak ama çok geç kalmış olacaklardır.
Kabul edilmek duygusu insanların saygı kazanmak duygusu ile paralel hareket etmektedir. Bir babanın çocuklarına iyi bir eğitim ve yaşam sağlaması çocuklarının babalarını kabul etmeleri ve saygı göstermeleri anlamına gelmektedir. Ya da bir işçinin çok iyi çalışıp ürettiklerinin kabul edilmesi ve buna paralel olarak ödüllendirilmesi. Veya karşı cins tarafından kabul edilip sevgi ve saygı görülmesi yaşamın güzelliklerinden bir tanesidir. Bir yazarın en büyük tutkularından biri de yazdıklarının beğenilmesi ve kabul edilmesidir. Ki, bu onu daha da yüreklendirecek ve yazma duygusunu geliştirecektir.
Yaşamın her alanında kabul görmeniz ve kabul edilmeniz dileğiyle.