Bir başka ‘Eylül’
Transseksüel bir birey olan Eylül’ün dramını tiyatro sahnesine taşıyan Uğur Kanbay, dikkatleri üzerine çekiyor. Afife Jale Ödülleri’nde aynı oyunla Yılın En Başarılı Genç Kuşak Sanatçısı olan Kanbay, “Eleştirilse de bu hikayenin şansı ve mayası tuttu” dedi.
-Sizi biraz tanıyalım?
Ben Uğur Kanbay, 29 yaşındayım… İstanbul’da doğdum ve bütün öğrenim hayatım da burada geçti. Mimar Sinan Üniversitesi Devlet Sanatlar Konservatuarı Tiyatro mezunuyum. Mezuniyetin ardından Pozitif adında bir tiyatro ekibi kurdum. Amacımız yerli metinler üreterek, oyunlar oynamaktır.
-Sıfır Pozitif Tiyatro’dan bize bahseder misiniz?
Ben öncülük ettim ama 3 arkadaş kurduk. Ali Bal, dil eğitimi için İngiltere’ye gitti. Yunus Eski ve ben Sıfır Pozitif Tiyatro’nun temellerini attık. Onlar bu masanın birer ayağı oldu. Çünkü hiçbir şey tek başına olmuyor. Eylül ile Anne Yoksa Kimse Yoktur adlı oyunların hem yazarı, yönetmeni ve oyuncusuyum. Bu süreçte de yeni bir şeyler yazıyorum. Sürekli hayal kuruyorum.
-Eylül nasıl çıktı? Ben mezun olacağım sene, ikinci dönem finalimizde mezuniyet oyunumuzu düşündüm. Klasik oyunlar oynanır, İngiliz, İrlanda ve Brecht oyunları gibi. Ben de son sene daha farklı bir şey yapmak istedim. Elime de bir trans öyküsü geçmişti. 50 yaşında, 90’lı yıllarda gece aleminde ün salmış bir sanatçının daha sonra fuhuşa sürüklenmesi ve oğlunu arama mücadelesiydi… Tek isteği oğlunu bulmak için Müge Anlı’nın programı gibi bir TV’ye çıkıp oğlunu bulmaktı ancak trans olduğu için ekrana çıkması kabul edilmiyordu. Bir arkadaşım teşvik etti, ben de prova edince hoşuma gittim. Mezuniyet projemde 45 dakikalık bir oyun olarak oynadım. Çok iyi bir dereceyle de tam puanla mezun oldum. Hocalarım beni teşvik etti profesyonel olarak da sahneye koymam için. Oyunun yazarıyla tanıştım ancak telif onda değildi. Telif sahibi olan kişi de benim yaş olarak küçük olduğumu söyledi. Ben de Eylül’ün yaşlarına çekmiştim. Telifi alamayınca ‘ben böyle bir hikaye anlatmak istiyorum’ diyerek sıfırdan yepyeni bir hikaye yazdım. Hatta diğer yazara da alıntı olmadığını göstermek için metni gönderdim. Eylül’ün yazım aşamasında trans bireylerin sosyal medyalarını takip ettim, canlı yayınlarına saat kaç olursa olsun katıldım. Hatta oyunda geçen, ‘Ben de ne kirli çamaşırlar var, 90 derecede yıkasan çıkmaz’ cümlesi gibi ifadeleri not alıyordum. Kalın sesleriyle dik tutmaya çalıştıkları bedenlerinin kendilerini ele vermesine şahit oldum. Ben pavyon ortamına da çok aşinaydım. Ailemde öyle kültür var. Babam zamanında işletmeciydi, oradaki kadınlara da aşinayım, annem de solistti. Orada da kendini kadın hisseden, ana rahminden dünyaya başka cinsiyette gelenlerle tanıştık. Reyhan karakterini orada tanıdım aslında. Beklediğimden de daha hızlı bir ivme yakaladı. Hiç Instagram reklamı vermemiştik. Şansı ve mayası tuttu oyunun.
-Eylül nasıl bir reaksiyon aldı?
Güzel bir reaksiyon aldı oyun. Kamuoyunu ikiye bölmedi ama eleştirenler oldu. Türkiye’nin büyük gazetelerinden birisinden bir köşe yazarı hanımefendi eleştiri kaleme aldı. Klişe insanların izlemekten keyif aldığı bir şey olmayabilir. Şu bir gerçek ki, bu hayatı yaşayanların yüzde 80’i tek başına yaşayan, ailesinden kaçan, erkekler tarafından kullanılan, pazarlanan, hiçbir işe aşçı veya tuvaletçi olarak kabul edilmediği için geçinebilmek adına zorunlu olarak seks işçiliğine yönelen insanlar bunlar… Bu coğrafyada böyle bir hikaye var. Sahnelere yönelik küçük eleştiriler oldu. Ama o gazetede bütün oyun sürprizleri, finali ve aks planıyla birlikte yayımlandı. Ben de bunu kabullenemedim. Eleştirinin başlığı da ‘Trans Hikayesi Nasıl Oynanmalı’ydı… Hamlet’i bile oynasak ki sonu çoğunlukla bilinir. Sen o oyunda aks planında Hamlet’in başına gelenleri yazmamalısın… Ben davet ettim ama çok pişman oldum. Bu ülkenin duayenleri eleştiriyor, ben zaten yeni mezun çıktım. Okulda bizi kritiklere hazırladılar. Eleştirenler bile ‘gidin, izleyin’ dedi. Sevildi, beğenildi. Sosyal medyada bazıları ise fake hesaplarla tehdit etti. Kendi hesaplarından eleştirenler de oldu. Ben çaylak ve çırak bir oyuncuyum. Berber kötü de saç kesse berberdir. Kötü de oynasam ben de bir oyuncuyum.
-Eylül’de demogoji var mı?
Oyunun metnini okuduğunuzda ‘çok demogoji var’ diyebileceğiniz cümleler yer alıyor. Ancak oyun seyrettiğinizde bu cümleleri nasıl anlattığınız da önemli. Hangi ifadeleri kullandığınız da ayrı bir mana çıkarabiliyor. Hayattan bir örnek vermek gerekirse, dilenci sokakta öyle bir ‘Allah rızası için’ der ki, biz onun demogoji ve sömürü olduğunu anlarız. Biri de gelip ‘Bana bir yemek ısmarlar mısın’ der utanarak, çok insani bir yerden söyler… Bu bize demogoji gelmez… Eylül’ün metnini başka birine versem belki bir duygu sömürüsü gibi olabilir ama ben metni yazarken bu alemi bildiğim için, Eylül bunları çok güçlü ve kendiyle alay edebildiği bir yerden anlatıyor. Bence metnin klişesine rağmen işleyen tarafı budur. Bir klişeyi, oyunculukta bir klişeye düşmeden anlatıyoruz bu oyunda.
-Önemli bir okuldan mezunsunuz, profesyonel hayatta okuldan farklı bir durumla karşılaştınız mı?
Ben okurken, dizi ve sinema filminde de roller aldım. Sektörün zorluklarını ve mutsuz eden yönlerini deneyimledim. Tiyatro olarak ise son sınıfta Kağıthane, Gaziosmanpaşa ve Kadıköy CKM gibi belediyelere oyunlarını satan birisi oyunlarını sahnelemem üzerine benimle anlaştı. Sırça Hayvan Koleksiyonu’nu sergiledim. Belediye tiyatrosu yapıyorsanız bir yerde profesyonelleşemiyorsunuz. Ben cesur davrandım. Annem yanımda çok durdu. O bana güç verdi. Aile oyunculukta çok önemli. Babamla ayrıyız ama ‘asla yapma’ demedi. Çok sevdiğimiz ve yardım eden insanlar olduğu gibi, paramızı alamadığımız yerler de oldu. Bana ilk olarak kapısını açan Tatavla Sahne’ye özellikle teşekkür ediyorum. Ne zaman desteğe ihtiyaçları olsa gider orada oynarım. Kadıköy’de Boğa Sahne de öyle. Pandemiden önce sahne açmak istiyorduk. Kişisel olarak depremden korkuyordum. ‘Deprem olursa kimse girmez’ diyordum ama Coronavirüs’le daha büyük bir şey oldu. Ben oyuncu da olsam dekor da taşıyorum. Anne Yoksa oyununda tiyatroyu kurduğumuz arkadaşlarımızla kamyonda dekorları taşıyoruz. Bu çok yorucu. Asistan kızımız İrem de bizimle beraber demir taşıyor. Çok büyük bir dekor yapmamız gerektiğini öğrendim.
-Hayalinizdeki rol nedir?
Konservatuarda Küheylan oyunundaki Alan karakterini oynamayı çok istiyordum. Hamlet ve Macbeth’i de deneyimlemeyi arzuluyordum. Sahnedekileri izlerken, kendi kafamızdakileri görmek istediğimiz için daha keskin eleştiriler yapıyoruz. Son 10 yılın Afife Jale En İyi Kadın ve En İyi Erkek oyuncuları ödüllerini alanlara bakın, yüzde 80’i yeni yazılmış ya da Türkiye’de ilk defa oynanan metinlerde rol alan oyunculardır. Çünkü Eylül’ü izlediklerinde ilk defa tanıştılar Eylül’le… Eylül inşallah güncelliğini koruyan bir metin olmaz. Ama oynandığında ‘18’den izlemiştim Uğur Kanbay bunu başka oynamıştı’ denebilir. Hastanede aklını yitirmek üzere olan bir deliyi oynamayı da gerçekten isterim.
-Oyundaki karakterlerden en çok hangisini oynamayı seviyorsunuz?
Aslında ana karakter Eylül… Reyhan hakkında da biraz fazla bilgi öğreniyoruz. Diğer tipler de ortada. Hepsinden ayrı ayrı keyif alıyorum.
-Oyun yazıyorsunuz, roman yazmayı düşünüyor musunuz?
O çok başka bir kulvar… Ben edebi olarak hiçbir şey yazamam. Benim kalemim gözleme dayalı ve hayattan besleniyor. Felsefi bir cümle kuramayabilirim. Oyundaki cümleleri edebiyatı kuvvetli olanlar bambaşka bir dille anlatabilir. Ben oyunu kurma konusunda iyiyim ve bunun üzerine kurgu yapabilirim. Roman yazanlar da iyi bir oyun yazarı olamayabilir. Türk tiyatrosuna bakıyorum. Halil Babür, Yiğit Sertdemir… Berkun Oya benim oyunculuk idolümdür. Benim için o önceden de Berkun Oya’ydı… Oyunculuğu ve yönetmenliği deneyimlemiş kişilerin yazdığı oyunların daha başarılı olduğunu düşünüyorum. Oyun kurmanın bir yapısı vardır. Öyle bir metinler okursunuz ki size çok keyif verir ama sahne üzerinde sıkıcı gelir. Sahnede yazılanı değil oynananı izliyorsunuz. Bazen doğaçlama işler daha fazla zevk verir. Kalem olarak iyi yazılmamış ama fikren iyi olan işler daha fazla tutar. Roman yazılınca okuyucunun kafasında resim çizmeli. Romanlar, sahneye uyarlandığında eleştirilerimiz daha sert olabiliyor. Biz kısıtlanmadan kendi hayal gücümüzü harekete geçiririz. Ancak sahnede başka bir şey seyrettirirler.