12 Eylül’ü Yaşamak
Bugün (12 Eylül) tüm medyada 12 Eylül askeri darbesinden bahsedilecek ve bu darbeyi yapan generaller lanetlenecek ve televizyon ekranlarında bu konuda bilgili, bilgisiz birçok insan konuşacak ve tartışacak. Ama inanın en çok entel ve liboş kesim eleştirecek 12 Eylül darbecilerini. Eleştirmekte beis yok şüphesiz ve neredeyse tamamı haklı eleştirmekte. Ama bu eleştiriyi yapan kesimin o günlerde olanları çok özenli ve tarafsız anlatacağından emin değilim. Çünkü bazılarını çok iyi biliyorum ki 12 Eylül darbesinin yapıldığı gün bayram etmişler ve o beş generali kurtarıcı kahraman ilan etmişlerdi. Bir çoğunu tanıdığınıza emin olduğum bu dönek liboş kalemlerin o günkü yazılarını incelediğinizde ne kadar haklı olduğum ortaya çıkacaktır.
Aslında haklı çıkmak gibi bir niyetim olmadığı gibi kimseyi eleştirmek de yok içimde. Ama bazı gerçeklerin bilinmesinde yarar var diye düşündüğümden bunları anlatıyorum. 12 Eylül’ü anlayabilmek ve gerektiğinde tarafsız olarak yargılayabilmek için o günü ve o günlere nasıl gelindiğini bilmek gerekir. Büyüdüğüm şehrimden ve yaşadığım semtimden örneklerle anlatmaya çalışacağım. Ancak, ölen arkadaşlarım ve dostlarımın anılarına olan saygımdan dolayı izninizle isimleri değiştirerek anlatacağım. Daha önceki yazılarımda da değindiğim gibi hiç futbol oynamadım ve bu konuda da oldukça beceriksiz bir insanım. Ama Türkiye’nin en ünlü birçok futbolcusu ve futbol adamı ile aynı mahallelerde yaşamışlığım ve arkadaşlığım var. Bunlardan en çok bilineni ‘İmparator’ lakaplı Adana Demirspor’dan yetişme ve Galatasaray’ın efsane futbolcusu ve teknik direktörü Fatih Terim’dir. Adana’da kanal birinci durağın çocuğu olan bu müstesna futbol adamı Galatasaray’a transfer olarak o günkü siyasal girdabın içine girmekten kurtulmuştur. Ve UEFA Kupası’nı alan bir spor adamı olarak tarihe yazılmıştır.
Daha önceki yaşadığım mahallemizde ise Adanaspor’da futbol oynamış bir başka arkadaşım ve herhangi bir takımda oynamamış ama çok iyi futbol oynayabilen bir öğretmen arkadaşımdan bahsetmek istiyorum. Çocukluktan itibaren neredeyse içtikleri su ayrı gitmeyen bu iki arkadaşımız 70’li yılların ortalarına doğru farklı siyasal tercihleri nedeniyle birbirlerine konjonktür gereği önce rakip, sonra da düşman edilmişlerdi. Zira bir mahalledeki gençlerden, bırakın mahalleyi ailedeki veya sülaledeki gençlerden her biri ya sağcı ya da solcu olmak zorunda bırakılıyordu. Böylece mahalleler ve aileler bölünmeye ve birbirlerine düşman edilmeye başlanmıştı.
Önceleri okudukları birkaç kitapla birbirlerine ahkâm kesmeye başlayan ülkemin çocukları daha sonra fikirlerini zorla kabul ettirmeye çalıştılar. İşçiler bölündü, çiftçiler bölündü, köyler bölündü, öğretmenler bölündü, yargıçlar bölündü, hakimler bölündü, polisler bölündü, velhasıl ülke bölündü. Bir mahallede bir sokaktan diğer sokağa gidebilmek için neredeyse vize alınmaya başlanmıştı. Herkes dilediği gibi gezemez oldu, akşamları sokağa çıkmak cesaret işiydi. Gençler silahlanmaya başlamış ve birbirlerine kurşun sıkıyordu. İşte mahallemizin bu iki genç sporcusu olan Selami ve Cemal ismini verdiğim arkadaşlar da birbirlerine düşman olmuştu sonunda. Önce Selami öldürüldü Cemal’in arkadaşları tarafından sonra da Cemal öldürüldü Selami’nin arkadaşları tarafından. Aslında ikisi de ne olduğunu bilmeden genç yaşta veda etmişlerdi dünyaya arkalarında gözü yaşlı eş ve çocuklar bırakarak.
Bir diğer örnek de var ki onun hali daha da içler acısı. Bahri olarak anlatacağım bu genç daha yeni 18’ini doldurmuş ve tüm futbol otoritelerinin takibe aldığı müthiş yetenekli bir kaleciydi. Geleceğin milli takım kalecisi olarak konuşuluyordu. Ama mahallesinde sağcı bir grup tarafından eline otomatik bir silah verilerek yan mahalledeki solcuların oturduğu bir kahvehaneyi taramış ve yakalanarak idama mahkûm edilmişti. Cezaevinde yatarken darbecilerin başı Kenan Evren’e bir mektup yazmış ve Kenan Evren de bu yazıyı televizyonda okuyarak nutuklar atmıştı. Bu pişmanlık mektubundan sonra idam cezası affedilmiş ama sonradan duyduğum kadarıyla birkaç sene içinde yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak ölmüştü.
Buralara nasıl gelinmiş ve daha sonra neler olmuştu hatırlatmak isterim. Ülke ikiye bölünmüş ve her geçen gün çıkan çatışmalarda onlarca genç öldürülüyor ve nice ocaklara ateşler düşüyordu. Derken bir sabah o günlerin siyah beyaz yayın yapan tek kanalı TRT ekranlarında beş general çıkmış ve Genelkurmay Başkanı Kenan Evren büyük bir zafer kazanmış kumandan edasıyla vakur bir şekilde Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ülke yönetimine el koyduğunu açıklıyordu. Meclis kapatılmış, hükümet devrilmiş, başbakan ve diğer bakanlarla partilerin genel başkanları tutuklanarak cezaevlerine konmuştu. Özetle demokrasi rafa kaldırılmış, yerine dikta rejimi getirilmişti. Bir çok gerçek aydın bu durumun hiç de iyi olmadığını ve ülkemizde çok büyük bir ihanetin sonucunun bu olduğunu söylemişlerse de çoğu tutuklanmış ve bir çoğu da yurt dışına kaçmak zorunda kalmıştı. O güne kadar bir türlü durdurulamayan terörist eylemler bıçakla kesilmiş gibi aniden durmuş ve ortalık süt liman olmuştu.
Bu duruma en çok çaresiz ana ve babalar sevinmiş ve ülkede bir bayram havası esmiş ve estirilmişti. Akan kanlar durmuş, kardeş kavgaları bitmiş ve bir huzur gelmişti ülkeye. On yılı aşkın bir süredir süregelen anarşi birdenbire bitmişti. Okullar normale dönmeye başlamış, birbirine düşman edilen gençler barışmış ve kaynaşmaya başlamıştı. Akabinde sıkıyönetim mahkemeleri kurulmuş ve sorgusuz sualsiz ve savunmasız gençler Kenan Evren denilen darbeci generalin deyişiyle bir onlardan bir bunlardan sallandırdık diyerek idam edilmişlerdi. Ama ülkenin bu hale gelmesinde sanki hiç kusuru yokmuş gibi tüm siyasi liderler bir müddet sonra serbest bırakılmış ve daha sonra da yeniden siyaset sahnesinde etkili yerlerini almışlardı. Olan ölen gençlere ve cezaevlerinde gençliklerini bırakan sağcısı, solcusu Türk gençlerine olmuştu. Analar ve babalar içlerindeki acıyla yaşamak zorunda bırakılmışlardı.
Peki, tüm bu olanlar durdurulamaz mıydı? Bana kalırsa şüphesiz durdurulabilirdi ama tüm bunları tezgahlayan emperyalist güçler buna izin vermezlerdi. Zira zaten bu duruma gelinmesini onlar planlamış ve bu planı sinsice uygulamışlardı. Ülkenin bölünmesi ve parçalanması için yapılmıştı bütün bu haince eylemler. Ölümü gösterip sıtmaya razı etmişlerdi yurdumun masum insanlarını.
Öyle bir meclis düşünün ki bilmem kaçıncı tur olmuş hala Cumhurbaşkanını seçememişti ya da seçmemişti, belki de seçtirilmemişti. Ajda Pekkan’a dahi oy verilmişti Atatürk’ün kurmuş olduğu bu Gazi Meclis’te. Ve bunu bardağı taşıran son damla olarak telakki edip darbeyi yaptı o beş general. Onlar da verilen görevlerini böylece yerine getirmişlerdi. Planın birinci kısmı başarıyla sonuçlanmış ve geriye en can alıcı ve en sinsi ikinci planı uygulamak kalmıştı. Önce gençleri futbol ve seks ile uyuşturup sessizce ihtiyacın yüzlerce kat fazlası imam hatip okullarının açılması gerçekleştirilmişti. Çağdaş ilim ve bilim okulları yerine ruhani okullar açılacak ve buradan yetişen gençler ileride Atatürk’ün ordusuna sızdırılacak ve 15 Temmuz hainliğinin önü açılacaktı. 15 Temmuzlara bu şekilde gelindi sevgili dostlar. Birdenbire olmadı bunlar, adım adım, sinsice gelindi oralara. İşti bu yüzden 12 Eylül’ü yaşamak ve anlamak gerektiği kanaatindeyim.
O gün darbeci generallere şakşakçılık yapanlar kimlermiş, son yirmi yılı getirin gözlerinizin önüne lütfen. Darbeci generallere övgüler düzenler, FETÖ denen haine de aynı övgüleri düzdüler. Zira bu tür asalaklar her zaman ve her yerde hazır bir vaziyette beklerler ve iklim müsait olduğunda ortaya çıkıverirler. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ümüz boşuna dememiş Gençliğe Hitabesi’nde “Dahili ve harici bedhahların olacaktır” diye.
Bugün bırakın bence televizyon ekranlarında 12 Eylül’ü ‘tu kaka’ ilan edenleri ve gerçek nedenlerini araştırın lütfen. Gerçekleri öğrendiğiniz an daha iyi analiz edebileceğinizi düşünüyorum. Zira 12 Eylüllere, 15 Temmuzlara rastgele gelinmedi. Bunlar emperyalizmin Türkiye üzerinde oynadığı oyunların birer parçasıydı. Kimbilir şu an hangi hain planlar sahneye konmaktadır. Acaba Suriyeli, Afganlı ve diğer uyruklu mülteciler yeni bir plan ve senaryonun piyonları olabilirler mi?
Yorum sizlerin sevgili dostlarım.